Haberler
Haber Kaynağı Seç

 

Bir kuş tüyü, bir deniz kabuğu, bir kozalak

Aslı’cığım;

Şu saatlerde, içerde bir ayını doldurmuş durumdasın; “kuyudaki” ikinci ayının ilk akşamını yaşıyorsun.

Yaklaşık bir aydır bu yazıyı yazacağım tarih belli; teslim gününe dek erteleyip durmam, o malum “son dakkacı”lıktan değil. Aklın yolu bir diyerek, inanarak, bana nöbet sırası gelmeden, çıkarsın diye düşündüm, umdum. Epeydir, herhangi bir şeye akıl erdirmenin mümkünatı yok ve umut ettiğimiz her konuda göstere göstere, çatır çatır hayal kırıklığına uğratılıyoruz uğratılmasına ya, tuhaftır, bünye bitap düşeceğine ümit besleyen yerlerimiz kas tutar oldu. Meymenet fukarası Olimpik Pollyanna’lar gibiyiz cümleten. İyimserlikten yana eblehliği sanat dalına dönüştürme yolundayız.

Bugün, sana dair aldığımız iki haber var:

İlki, İsveç PEN Kulübü’nün her yıl düşünce özgürlüğünü onurlandırmak üzere sürgünde ya da yargılanmakta olan bir yazara verdiği Tucholsky Ödülü’ne bu yıl senin layık görüldüğünü duyuruyor. Buna, konu içinden “tutuklu yazar” namıyla geçtiğin bu habere, müjdeliyor, demek, içimden gelmiyor maalesef. Keşke senin acılar envanterine bir de bu eklenmeseydi; aldığın ödüller arasında, bu eksik kalsaydı.

İkinci haber, tutukluluğuna dair avukatların tarafından yapılan itirazın, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği’nce bir kez daha reddedilmesi üzerine. Mahkemenin ret kararının gerekçesine gelince, sana yöneltilen suçlamalarla ilgili “somut delillerin bulunmadığı” ve “delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı” iddiası ortaya konmuş. Masumiyet karinesi şöyle kenarda dursun, hukuk diye bir şeyin kalmadığı, açık tımarhaneyi andıran şu ortamda, “Hah, tam da ağzımızdan aldınız, nasıl bir suçun hangi delilinden söz ediyoruz?” diye sormak artık abesle iştigale giriyor sanırım.

Avukatların, yedi gün içersinde 4. Sulh Ceza Hakimliği’ne yeniden itiraz dilekçesi verecek muhtemelen. Umarım 10 güne kalmaz, bu sütunu doldurmak üzere sırası gelen arkadaş, içinden gelenleri klavyeye dökmek yerine düşündüklerini yüzüne bakarak söylüyor olabilir, sen de onun dediklerini, yüzündeki o, acının ne olduğunu hem en içinden hem dudağının kenarından bilir müstehzi gülüşünle dinliyor olursun.

Uzun zaman oldu yüz yüze görüşmeyeli. Şu karşılaşmadığımız süreçte, senin kendi gıyabında herkese, hepimize ve herkesin, hepimizin gıyabında kendine sorduğu soruları, ancak yazdığın kadarıyla biliyorum. Doğru sorular sordun; soracaksın, sormaya devam edeceksin, onu da biliyorum.

İmansa iman: Hiçbir şey diline ket vuramayacak.
Ben de buna inanıyorum.

Barıştan söz edenlere terörist yaftası yapıştırılan, barışı özlemenin suç sayıldığı, kelimelerin, mefhumların içinin boşaltıldığı, cehaletin okkalanmaktan öte kutsandığı bir dönemden geçiyoruz, malum. Kendini şeyh zannedip de uçamayan horozların, üniversite arazisinden oyulmuş orman üzerine inşa edilmiş kaçak ve çakma saray kapılarından ya da okyanus ötesine konuşlanmış münzevi çiftliklerinden, ortada koruma ordusu dikilmiyorsa araya en az yarım kilometre mesafe koymadan yaklaşmadığı halka, “Okumuşlar ’elit’tir, halka ’inemez’, kitap dediğin bombadır, imhası vaciptir” diye diye böğürerek 7/24 vaaz ve diskur çektiği bir tuhaf dönemden...

Susanların bereketi artar, gerçeğin zemini yiter gider zannediyorlar. Gel gör ki akselerasyon da malum; artık “pek muktedir”lerin beher yalanının ortaya çıkma vadesi yarım saatte filan seyrediyor. Fakat suratlar surat değil, kösele olduğu için, “Ay pardon”layıp geçiliyor. En olmadı, “Kandırıldık, hayat da zaten biz gülüyorsak şakacıktandır, gülmüyorsak ölen ölür, kalan sağlar konjonktürel olarak işimize gelirse şu önümüzdeki 15 dakka boyunca bizimdir, değilse canımız çektiğince fotofinişe bağlar, sonra düşünürüz” hesabına geçiştiriliyor. Doğru dediğin şey öyle seçmece ki en olmuşundan en keleğine tüm karpuzlar kıskanır...

Bu anafordan ya çıkacağız ya boğulacağız herhalde. Biz mi dönemden geçiyoruz, dönem mi bizi delip geçiyor, akıl erdirme gayretinde takat bulmak için, yürek yetisi için, sen gibi, Necmiye Alpay gibi pırlanta dekoderlere hem de nasıl muhtaç bir dönem...

Bu da geçecek Aslı’cığım; sen kendini karamsar olarak addediyorsun ama senin varlığın başlıbaşına umut. Dirayet sende vücuda geleli çok oluyor.

“Abyss” senden korksun.

22.9.2016
TÜRKİYE
Ebru Çapa


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi