Köşe Yazıları

Aritmetik —II— / 23.9.2012
Sayılar, isimler, aritmetiğe indirgenen ölüm. İnsani hiçbir duyarlılığa geçit vermeyecek biçimde, görünür görünmez tellerle kuşatılmış, kendi katı kuralları ve kuralcılığıyla, gık demeden ölmeyi ve öldürmeyi mümkün kılan kutsallıklarıyla biçimlendirilmiş eril bir alan: Kışla. Rütbe, emir komuta zinciri, küfür ve dayak, marşlar, pırıl pırıl üniformalar, içtimalar, postallar, hizayı bozanların ölümüne dövüldüğü ‘diskolar’... Hafifçe tıklanan bir tuşla bilgisayar ekranında geçit töreni yapan genç ölüler... Kışla ölümleri, eğitim ‘zayiatları’, kazayla vurulanlar, ‘astsubaya kızıp’ kafasına silah dayayanlar, intihar diye kayda geçenler, birbirini tutmaz açıklamalarla bildirilenler... Sessiz sedasız, törensiz gömülenler, kupkuru bir özrün, bir otopsi raporunun, bir başsağlığının bile esirgendiği aileler... (‘Ölüsünü bir leş gibi önümüze attılar’, bir babanın cümlelerinden...) Fotoğrafsız, ayrıntısız, tek bir başlık altında toplanan yüzlerce haber: ‘Şüpheli asker ölümleri.’ Bilinen sayı: En az 175’i intihar, 252 ölüm (bakanlığın açıklaması iki buçuk yılda’en az’ 175 intihar şeklinde) Haftadan haftaya artan ölü sayısı, 16 Temmuz’a kadar olan dönem için bildirilmiş, son iki ayın kayıplarını, Konya’daki trajik patlamayı içermiyor. Doğum yerleri: Kars, Bingöl, Diyarbakır... Yaşları: yirmi, yirmibir... Ölüm sebebi: Mermiye bağlı beyin kanaması. Kafatasını parçalayan bir, bazen iki kurşun. Alından, sol kulaktan, başın tam üzerinden sıkılmış...

Geçen haftaki yazımda son ayların yirmi kadar haberinden birer ikişer cümle alıntılamıştım. Tarih sırasına göre, herhangi bir ayrım yapmadan... Özellikle daha şüpheli olayları seçmedim, haberin hangi gazetede yayımlandığına bakmadım. (Bir yazım hatası yapmışım: Fethiye nüfusuna kayıtlı Yılmaz Çelgin Hakkari’de askerliğini yapıyordu, intihar ettiği söylenerek ailesine teslim edildi, iki ay sonra açıklanan otopsi raporunda başında iki adet mermi çekirdeği yarası bulunmuştu. Basının ya da ordunun —kimi kez ölenlerin ismi bile açıklanmamış— ‘özensizliğine’ ben de katılmışım, çok özür dilerim) Davası devam eden Sevag Şahin Balıkçı cinayeti üzerine, Ermeni asıllı bir askerin 24 Nisan’da öldürülmesi üzerine başlı başına bir yazı, onlarca yazı yazılabilir, yazılmalı. (İçişleri Bakanı’nın Antep’teki patlamadan sonra ‘bunlar Ermeni dölü’ dediği bir ülkede, korkunç suçlarımız için kaç yazı yazılabilir, yazılmalı?) Doğum yerlerinden, ailelerin demeçlerinden, ‘Kürt basınında’ verilen haberlerden ve soru önergelerinden anlayabildiğim kadarıyla, birer ikişer cümleyle iletmeye çalıştığım yirmi kadar ‘şüpheli ölüm’ün biri hariç tamamı Kürt asıllı askerler... Askeriyenin ilk açıklamarıyla ulaşılabilen otopsi raporları arasında derin çelişkiler var. Bu askerlerin ölüm biçimleri intihardan çok infazı andırıyor. Kendini çldürmek isteyen birinin silahı şakağına ya da çenesine değil de başının üzerine dayayacağına inanmak yeterince zor, hiçbir ‘ölümlü’ kendini hem alnından, hem çene altından vuramaz) Ölenlerin daha önceden tehdit edilmiş olması, aynı birlikte iki ay içinde iki Kürt askerin vurulması, birinin terhisine sadece 27 gün kala ‘intihar etmesi’, vücudunda iki mermi yarası bulunan diğer asker için önce intihar, sonra taciz ateşi açıklamaları... Çok karanlık, çok korkutucu... Ayrıntıları hiçbir zaman öğrenemesek de, sayılar, Müslüman bir ülkenin intihar istatistiklerini katlayan sayılar, kurbanlarını Kürtlerden, solculardan, Ermenilerden seçen bir ölüm aygıtının kurumsal bir koruma altında sürekli işlediğini gösteriyor.

Ben elbet askerlik yapmadım, kışlayı tanımam. Gazetecilerin ve okurların ‘en az’ yarısının sahip olduğu o ‘içeriden’ bilgiye, kişisel deneyime —şükür ki— sahip değilim. 80’li yıllarda, kar yüzünden kitlenmiş köprü trafiğinde, iki eski askerin ‘kulak misafiri’ olduğum konuşmasından hala kurtulamadım. Anlatılan dövülerek öldürülen, sonuna kadar hazırolda durmaya mecbur edilerek ölümüne dövülen bir askerin hikayesiydi. Ayrıntıları unuttum, ama arkamda duyduğum o sesin soğukluğunu, bunca ‘sert’ olabilen bir komutana karşı neredeyse hayranlıkla dolu o ‘erkekçe’ suç ortaklığını hala unutamadım. “Yanlış işitmiş, hayal etmiş olmalıyım, bu gerçek olamaz. Olmamalı!”

Tir tir titriyordum, onbeş saf yılı geride bırakmış yüreğim titriyordu, günlerce titredim. Birkaç kişiye anlattım, kışla deneyiminden geçmiş olanları şaşırtan, bu ‘üzücü ama olağan’ ölüm değil, benim böylesine allak bullak oluşumdu.

Şimdi, insanların dünyasında bunca yıl sağ kalmış, kas bağlamış bir yürekle bakıyorum: Sayılar, isimler, aritmetiğe indirgenen ölüm... Haberler sızıyor, köşe yazıları yazılıyor, soru önergeleri veriliyor, ölümler süregidiyor... Dört sayı, kimsenin cüret edemediği soruyu kendiliğinden soruyor, kimsenin yüzleşmek istemediği gerçeği gösteriyor: Son iki buçuk yılda 175’i intihar, 252 ölüm. ‘Şehit’ sayısı: 233... Son on yılda 934 intihar, 818 ‘şehit’... On yıldan beri, ordu en büyük kaybı ‘iç ölümlerde’ veriyor, on yıldır kendi askerlerinin ölümüne yol açtığı gibi bunun hesabını vermeyi de reddediyor.

Sayıların ardındaki hayatlar kimsenin yüreğini titretmiyor, gösterişli törenlerin ardında yatanı sorgulamak ‘halkı askerlikten soğutmak’ maddesine takılıveriyor, ‘ne asker,ne sivil, hiç kimse ölmesin’ diyenleri susturmak ‘vatanseverlik’ sayılıyor.


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi