Köşe Yazıları

T34 / 2.4.2014

Gece yarısı, eski saat. Ağırkanlı, sabırlı akrep, karşı koyamadığı bir itkiyle, kırbaçlanmışçasına ileri atılıyor, ansızın yeni günün ilk saati bitiyor. Zaman yenileniyor, gece derinleşiyor. Hiç kimsenin sahiplenemediği ilk saat kaybediliyor. Kuzeyden esen sert bir rüzgar dolanıyor kentin karanlık, metruk sokaklarında, gerçek yıkıcılığını gizleyen bir fırtınanın habercisi gibi. Tekinsiz geceyi uğultularla, sırlarla, belli belirsiz kehanetlerle dolduruyor. Sıradan bir seçim gecesi, benzerleri gibi...

Açılan sandıklar, sayılan oylar, haberler, haberler, yorumlar... Tahminler, beklentiler, çözümlemeler... Durmamacasına çalan telefonlar, değiştirilen kanallar, kovalanan siteler... Vakitli vakitsiz sevinç çığlıkları, düş kırıklıkları... Birbirini tutmayan sayılar, haberler, beyanlar... Gözünü uyku tutmamış kentin bomboş sokaklarında, meydanlarında bir başıma yürüyorum. “Çok geç!” diyor bir ses, “çok erken”, diye yanıtlıyor bir başka ses, “bu daha başlangıç!” diye hatırlatıyor bir başkası... Seçimlerin galibi hep sistem midir, diye soruyor, içimdeki en kuşkucu ses. “Senin kişisel hayatında da hep daha ilkesiz, daha ahlaksız, daha acımasız olan taraf kazanmadı mı?” Kazandıysa da...

Neyi? Bir başıma yürüyorum, binlerce polisin, tomaların, akreplerin arasından geçiyorum. Taksim Meydanı’nın rüzgarı soğuk ve sert, geçmiş ülkesinin kışlarından esiyor sanki. Defalarca yolumun kesiştiği toma, T34 burada, “İstanbul” plakalı! Hemen hemen iki ay önce, kan kırmızı harflerle “BERKİNLER ÖLMEZ” yazılıydı üzerinde, belki bir düzine polis plastik boyayı çıkarmak için toplanmıştı. İki yüz kırk küsur gündür komadaydı Berkin, on beş yaşındaydı, on altı kiloya düşmüştü ama ben inanmıyordum öleceğine... Cenazeye de gelmişti T34, yas tutan kalabalıkların karşısında, yıkanmış, boyanmış, gazla tıka basa dolu... “Belki asıl dehşet verici olan”, diyor serinkanlı bir ses, “bütün bunların, tomalara teslim edilmiş bir ana meydanın, kışlaya benzemiş bir opera binasının artık kimsede dehşet uyandırmaması, gündelik hayatın sıradan, tatsız bir ayrıntısı gibi algılanması... Seçim sonuçlarının, üç aşağı, beş yukarı hepimizin kestirebildiği sonuçların, aslında havsalamızın almadığı bir gidişata işaret eden sayıların artık kimseyi şaşırtmayışı gibi...”

Açılan sandıklar, binler, onbinlerle ifade edilen sayılar, her çeşidinden tutarsızlıklar, tuhaflıklar... Elektrik kesintileri, saldırılar, çatışmalar... Ölümler, yaralılar, aslında bizi şaşırtabilecek hiçbir şey yok bu seçim gecesinde ansızın karanlıkta uyanıp devasa bir aynada en yakından tanıdığın yüzle, kendi yüzünle karşılaşmak gibi. “İnsanları kandırmak, kandırıldıklarına ikna etmekten daha kolaydır”, diye okudum geçenlerde... Ama ya insanlar kendileri seçerse kandırılmayı? Kendi gerçek var oluş koşullarına yalanlarla katlanabilirse? Sabaha karşı iki, ama sanki şimdiden ihtiyarladı gece. Kapkara, suskun bir kent, uykuya direnen gözlerini kendi içine devirmiş, geceden aldığını ona geri veriyor. Zafer, bozgun, kazanmak, kaybetmek... Siyasetin dilinin baş sözcükleri gecenin metruk yollarında, hayatın ıssızlığında boş boş çınlıyor. “Kim dayanabilir ki zamanın kırbacına?”

Gecenin başında umudu aramış, bulmuştum. Gazeteye uğramış, bölgeden gelen haberleri, sonuçları izlemiştim. Geçen hafta katıldığım Batman newrozu, ilk ve görece daha sönük bir kutlama, yetmişti içimde bir umut ışığının doğmasına, tutkulu bir ateşin bir kez daha harlanmasına... Bunca baskıya, şiddete, acıya, kayba karşın başkaldırı ve direniş ateşi sönmüyor, bir halk “demokratik özerklikten” bir adım geri atmıyorsa... Dört elle barışa ve geleceğe sarılıyorsa... Binlerce üyesi tutuklanmış bir parti, kitleselleşmesini sürdürüyorsa...

Ben de T34’ün karşında bütünüyle yenilmiş, bütünüyle çaresiz değildim. Yitirilmiş bir saat. Bir balkon konuşmasın, tehditlerle, çatırtılı patırtılı sözcüklerle dolu bir konuşmayı dinlemiyor, ölü çocuklarımı var gücümle sevmeye devam ediyorum. İktidar, erdemlerini değil, zaaflarını bulaştırarak gücünü pekiştirir. Bomboş, insansız yollarda yürüyorum, 16 Haziran gecesi bir başıma yolumu aradığım sokaklarda— kollarım cayır cayır yanıyor, gazdan bayılmamak için kepenklere tutunuyordum. O kabus gibi geceyi çok ama çok özleyerek evime doğru yürüyorum.


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi