Köşe Yazıları

Kansız, konusuz, kurbansız / 11.2.2015
Bir kış gecesi, kent soğuğu ve karı bekliyor... Tuhaf bir işbirliği içinde geceyle, gecenin yanılgılarla dolu imgelemiyle... Buz kesmiş parmaklarıyla alelacele sarıp sarmalıyor görünümlerle düşleri, bir yelpaze gibi kapatıp karanlığa katıyor. Üst üste katlanmış donuk imgeler, anılar arasında biçimlenecek yepyeni, hiç görülmemiş, bembeyaz bir şafağı bekliyor. Mesele, dert, çile, erteleme demek olan kara hazırlanıyor. Kötü bir şakaya ya da bu Araf grisi tekdüzeliği kıracak bir serüvene hazırlanırcasına, bir işgale ya da bir felakete... Damlaların tam tamına hangi saatte kristalize olacağını, kaç santim birikeceğini, kaç günde eriyeceğini biliyoruz artık. Bu bitmez tükenmez kış bizim kışımız, bizim kışımızın karları biteviye yağıyor, tutuyor, iz bırakmadan siliniyor. Tekrar tekrar... Sanki daha gizli, daha soyut bir acımasızlığa, unutuşun acımasızlığına işaret ediyor, başlangıçlarla sonlardan, yeniden, en baştan başlayıp bir daha sonlandırmalardan ibaret hayatın geri dönüşsüzlüğünü, tek kezliğini gizliyor.

İlk gün, ikinci gün... Nedense elim varmıyor günler önce hastaneden çıkmış bir arkadaşıma ‘tebrik mesajı’ atmaya... Şu iki satırı yazamadığım sürece de sanki vermem gereken bütün yanıtları, tepkileri erteliyorum. Kocası kürtaja izin vermediği için ñerkeklerin evlat hakkı— epeyce ileri bir yaşta, bıçak sırtı bir doğumu sağ salim atlatmış bir tanıdığımı kutlamam gerekiyor. Her doğum bir mucizedir, hayatın kutsallığıyla yüzleşebilmemiz için bir fırsattır, biliyorum. Ölseydi, belki bir gazete haberi, muhalif gazetelerin iç sayfa haberi olabilirdi, ama bunca kan, öfke ve gürültüyle dolu gündemde bir köşe yazısına, röportaja herhalde ‘konu’ olmazdı. Sağ kaldı. Şimdi bize düşen, karmaşayla, çift anlamlılıkla dolu insanlık hikayesinden mutlu bir alıntı, mutluluk üzerine bir alıntı gibi okumak, çiçeklerle, altınlarla yazgımızı bir kez daha kutsamak... Üç yıl önce, kan kaybından ölmüş bir kadının avukatı beni bulmuştu. Tababet maskesi altında göçmen, sığınmacı, yoksul, dil bilmeyen kadınlara uygulanan sistematik ya da ‘münferit’ şiddeti, ilk kez o belgelemiş, ‘hukuk önünde’ ispatlayıp davayı kazanmıştı. Benzer bir deneyimden geçmiş bir başka kadının (okur bu başka kadının yazarın kendisi olduğunu anlayacaktır elbet) neden dava açmadığını, yaşam hakkını cengaverce savunmadığını anlayamıyordu. Yerden göğe haklıydı... Trajedinin kopkoyu ışığının hayata ‘gerçek derinliğini’, hakikatini iade ettiğini, ama ‘kurban’ yaftası, insanın üzerine bir lahit kapağı gibi ansızın kapandığında, çığlık atmamak adına cesetimsi bir suskunluğu yeğleyebileceğini anlatamazdım. Sağ kalanın suçluluğu, hayatı bağışlanmış Barabbas’ın, ölenler karşısındaki suçluluğu nasıl anlatılır? Şu bizim çift anlamlarla dolu kadınlık hikayemiz... Onun bıraktığı koca koca boşluklara dolan gece. Kış gecesi.

Gazetenin ikinci sayfasında bir haber, İstanbul’daki otuz yedi kamu kuruluşundan sadece üçünün kürtaj yapmayı kabul ettiğini yazıyordu. (Telefonda kabul etmişler, ama fiili durumu, ilk sekiz ya da on haftada randevu verip vermediklerini haberden anlamak olası değil.) Tam yanındaki sütunda daha da ufak bir haber, Ocak ayında öldürülen kadınların sayısını 39 olarak veriyordu. ‘İlk altını devlet verecek !’ haberlerine mutlaka rastlamışsınızdır, pek çok gazete, ekonomi, politika vb sayfalarda sütunlar ayırdı.

Birkaç gazete kupürü, sayıya vurulan ölüm... Bizim sıkıcı, tekdüze, biricik hayatımız... Daireler, zigzaglar çizerek, U dönüşleri yaparak durmamacasına kendi sonuna doğru yürüyen...

***

Dipnot: Geçtiğimiz cumartesi, aniden ciddileşen sağlık sorunlarım nedeniyle Kadıköy’deki söyleşiye katılamadım ve hayatımda ilk kez onlarca insanın beni beklemesine, endişelenmesine sebep oldum. İçtenlikle özür dilerim.


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi