Köşe Yazıları

Daha ne kadar… / 10.11.2015
Daha ne kadar, ‘sözün bittiği yer’ tamlamasını bir mezar taşı gibi yazılarımızın başına dikecek, sonra da onu biraz öteleyebilmek, kendimizden uzaklara iteleyebilmek adına, yadsıdığımız söze sığınacağız? Kurumuş kabuklar gibi çın çın öten sözcüklerden, kavramlardan, formüllerden daha ne kadar medet umacağız? Kendi kendimizin papağanına dönüştüğümüzün çaresizce farkında, aynı cümleleri sıralayıp aynı yazıları yazacağız, okuyacağız… Daha kaç kez, kaç gün, kaç yıl kalmadığı yerde anlamı, tükendiği yerde umudu arayacağız… Eşelediğimiz küllerin canlanmasını, kanatlanmasını bekleyerek… ‘Yeter artık!’ demenin, sesini her defasında yükselterek ya da kısarak, öfkeyle ya da umutsuzlukla ‘yeter artık,’ demenin hiçbir şeye yetmediği günlerde, geleceğe nereden başlayıp son noktayı hangi geçmişe koyacağız…

Asker ölümlerine ağıtlar yakıp sivil ölülere tek damla göz yaşı dökmeyen, derin dondurucuda saklanan otuzbeş günlük bebeklere, ambulansın içinde kurşunlanan çocuklara, bir kulağı kesilmiş halde çöplüğe bırakılan gençlere göz ucuyla bile bakmayan bir ülkede bir şeyler hakikaten bitmiştir artık… ‘Sözden’ öte bir şeyler bitmiş, yitip gitmiş, top yekun kaybedilmiştir. ‘Katliam, katliam!’ diye bağıran kitleler sokakları sarıyor, jileti, bıçağı kapan düşman avına çıkıyor, binaları, insanları, beş yaşındaki çocukları bile ateşe veriyorsa, top yekun bir uçurumdan aşağı kaymışızdır.

Sözcüklerin küllerden bile daha ölü olduğu, dibi görülmeyen, kestirilemeyen bir uçurum… Barış mitinginde patlayan bombalar, gazlanan yaralılar, milli maçta yuhalanan ölüler… Sonu gelmeyen bir uçurum, durdurulamayan bir düşüş…
2011 seçimlerinden sonra yazılmış onlarca yazı… Yorumlar, saptamalar, çözümlemeler, uyarılar, kehanetler… 2015 seçimlerinden sonra yazılan onlarca yazı. Yorumlar, saptamalar, suçlamalar, günah çıkarmalar… Dört yıl, onlarca, yüzlerce cümle, yüzlerce, binlerce ölüm. Roboski, Soma, Suruç, Silvan, Cizre, Ankara… Kobane ve Gezi. Bir yarım limonla tomaların karşısına dikildiğimiz günlerle geceler, belki yetmedi TOMA gerçeğine… Biber gazında dünya rekoru kırmış, maskeyi suç aleti saymış, asitle yaktığı gençleri darbecilikten yargılamış bir ülkede yaşadığımız gerçeğiyle yeterince yüzleşemedik belki… Milliyetçilik dalgasını önden değil de yanlamasına almayı çabucak öğrenen AKP’nin kolayca iktidarı bırakacağını sandık… Şimdi artık ‘savaşın tadını’ almış AKP’nin bir sonraki hedefi için neleri göze alıp neleri gözden çıkaracağını göreceğiz.
Uluslararası basında, lüteratürde Türkiye ve AKP üzerine pek çok yazı yayımlanıyor, şaşırtıcı derecede kapsamlı ve ayrıntılı çözümlemeler yer alıyor. Ne yazık ki bu yorumların hemen hepsi, ana akım medyanın ‘resmi tarihi’ üzerinden yapıldığından, söz gelimi yaklaşık sekiz bin kişinin tutuklandığı KCK davaları, elli kişinin öldüğü ekim olayları, iş cinayetleri, hatta kadın karşıtı söylem bile hemen hiç gündeme gelmiyor. Bizlere, yani artık sayısı bir elin parmakları kadar azalmış muhalif gazetelere düşense, öncelikle Türkiye’de neler olup bittiğini duyurmak… ‘Bizden mi, onlardan mı’ ayrımcılığını, cematçiliği, güç ve çıkar ilişkilerini bu işin ustası iktidara bırakıp afili manşetler atmaktan öteye geçmeyi denemeliyiz. Dokuz yılda basın özgürlüğü sıralamasında 98.likten 154.lüğe düşmüş bir ülkede kimsenin muhalifçilik oynama lüksü kalmadı.


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi