Köşe Yazıları

BİR DELİNİN TARİH OKUMALARI / 17.6.2016
Nasıl demeli, ‘paradigma’ yalın ve açıktı o zamanlar, herkesçe kabul edildiğinden gerçeğe tıpatıp uyuyordu. Tarihçilerin başlangıcı üzerine fikir birliğine varamadıkları o ‘homojen’ çağda (80’ler sonu, 90’lar) söz gelimi ‘Kürt meselesi’ yoktu, çünkü henüz ‘Kürt’ yoktu. Dilleri dönmediği için Türkçeyi katır kutur eden kimi aşiretler epeydir biliniyordu, bunlar dağlı, şalvarlı, silah tutkunu ve feodaldiler. Kenan Evren fotoğraflarının duvarları terk ettiği günlerde, pek de inmedikleri dağa çıkmış, fırsat buldukça bebek katlediyorlardı, ama bu mesele ‘en geç yaz sonunda’ bitecekti. Gücümüzü hazmedemeyen Batı basınında ‘tuhaf’ haberler yayımlanıyordu: Şehirler ablukaya alınıp günlerce taranıyor, cenaze kalabalıklarına ateş açılıyor, insanlar kaybediliyor, zihinsel engelli bir çocuk üç renkli bileklik taktığı için bir panzere bağlanıp sürükleniyordu. Hakikaten tuhaftı haberler… Ermeniler gündemden çıkmıştı, biliyorduk ki, çeteleriyle yakıp yıktıktan sonra Türklere zarar verebileceklerinden umudu kesmiş, toplu halde bu topraklardan çıkıp gitmişlerdi. Aslında bu ülkeyi sevmeyen herkese de aynısı tavsiye ediliyordu.

Binyıl başında Türkiye büyük dönüşüme hazırdı, dünyanın geri kalanı, bilgisayarlarını bir yüzyıl geriye tarihleyecek büyük hatayı beklerken, biz soluğumuzu tutmuş, dönüşmeyi bekliyorduk. Türkiye büyüktü, büyüyecekti, Türklerindi, demokratikleşecekti. Otoriter yönetimlerin sonu gelmek üzereydi, belki küçük ama insanlık için büyük adımlarla geleceğe yürüyordu.

Nihayet, günün birinde her şey değişti. Kamusal alanda Kürtçe konuştuğu için yaka paça hapse atılmayan, linç edilmeyen ilk Kürt’ün kimliği tespit edilemese de, ‘Kürt’ sözcüğü kamusal alana, hatta ana akım medyaya girmiş, yerleşmişti. Kürtçenin bir Osmanlı lehçesi olduğu savı son 2006da dillendirildi. Aynı yıl, imla hatası yapmadan kurabildiği cümlesi nedeniyle bir Türk yazara Nobel verildi. Ama Türklerin çoğu onun ödülünü iade etmesi gerektiğini düşünüyordu. Nobelli yazar, bu cümleden yargılandı, aynı maddeden yargılanan 300 kişi yargılanmıştı o yıl, beraat etti. De facto ve de juro Türkiye’de artık düşünce özgürlüğü vardı.

‘Terör örgütüyle’ aynı görüşleri savunanların da terörist olduğunu saptayan TMK yürürlüğe girdiğinde yurt çapında askeri vesayetten kurtuluşumuzu kutlamaktaydık. Beş yıl içinde tüm dünyadaki ‘terör suçlularının’ üçte biri Türkiye cezaevlerindeydi. Bu arada biz askeri vesayetten kurtulmanın yetip yetmediğini oylamış, derin devletten de kurtulmuştuk. Kendini yönetme konusunda isteksiz olanların direncine karşın Türkiye değişiyor, dünyaya posta koyuyordu. Kürtlerin ‘kardeş olarak’ keşfedildiği günlerdi, herkes sokaklardaydı, biber gazında rekor kırmıştık. Silah sanayimiz millileşmiş, TOMA’yla mertlik geri gelmişti, Şam’a girmemiz an meselesiydi. En kuşkucular bile, sınırda 32 ‘Kürt kaçakçının’ bombalanması emrinin bir sivilden geldiğini duyunca suspus oldular, hakikaten buna ‘askeri vesayet’ denemezdi. Kürtlerin kardeş olduğunu biliyorduk ama onlara sivil demeye içimiz gitmiyordu. Askerlerin sivillere karşı işlediği suçların yargılanmasına gene siviller, biri ya da ikisi, karar verecekti artık, böylece sivilleşmemiz de nihai sınırlarına varacaktı.

2016’da, uzaklarda bir cenaze töreninde, bir haham Türkiye’ye Kürtleri öldürmeye son vermesini söylüyor, bu cümle ana akım medyada ‘tuhaf konuşma’ başlığıyla veriliyordu. ABD’nin beyaz bir sarayı varsa bizim çok renkli bir sarayımız vardı, bütün dünya farkındaydı, ondan bundan emir, talimat, ahlak dersi aldığımız günler çok gerilerde kalmıştı!





 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi