Köşe Yazıları

Gece Treni (3) / 31.7.2010
‘Elbette, şiddet nedir, bilirim”, demiştim, şaşırarak bir söyleşinin ilk sorusuna. İki yıl Brezilya’da tek başına, arka sokaklarda yaşamış bir kadın eğer kafasına silah dayanmamışsa, defalarca mermilerin ortasında kalmamışsa ya çok şanslıdır, ya doğruyu söylemiyordur. Ben şanslı değilim. “90’lı yılların ortasında bir avuç göçmen Afrikalıyı savunmaya kalkan acemi bir kızcağızın üzerine bu toplumun bütün kurumlarıyla gitmediğini mi sanıyorsunuz yoksa?” (Demek istemiş,diyememiştim.) Kitaplığımın kapalı bölmelerini dolduran toplama kampları kitaplarına, 12 Eylül işkencehanelerini anlatanlara, 99 yılında cezaevlerinden gelen mektuplara, Ulucanlar, Hayata Dönüş fotoğraflarına baktığımda... Şiddet nedir, biliyor muyum? Kapkara bir taş oturuyor gırtlağıma, beni soluksuz, utanç içinde bırakıyor. Ölenler mi, sağ kalanlar mı, tanıklar mı, kimdir bilen? Yoksa kimsenin tam bilmediği, anlatılamayan, anlamlandıralamayan bir yanı mı var şiddetin? Ulucanlar sonrası yazılmış mektubu, Diyarbakır Cezaevinde sağ kalanların anılarını bir kez daha okuduğumda, şiddet üzerine tek sözcüğüm kalmıyor.
Yer: Bir Orta Avrupa kenti. İstasyon. Cumartesi gecesi, ‘Ayrımcılığa Karşı Müzik Festivali’ sokakları doldurmuş. Kişiler: Kırklarında iki kadın. Biri uzunca, zayıf, boyunluklu, diğeri uzun kıvırcık saçlı.
Ateş gibi yanan gözleri, ani, amansız, coşkulu kahkahası en belirgin özellikleri. On dört ameliyattan sonra bastonla yürüyor.
“Hayatta en korkunç şey, bir yakınının kaybolması,” demişti o gece, yağmurun altında oturmuş, karanlıkta sigara içerken... Kayıplarımızdan konuşmuştuk. ‘‘Ben ayrımcılık nedir bilirim.Kürdüm, Kızılbaşım, kadınım. Engelliyim”, demişti, suskunlaşmıştık. “Sana bir metnimi okusam... Hazır mısın?”
‘Evleri yaka yaka geliyorlardı, dört yandan...
Evde kalamazdık ama gidecek hiçbir yerimiz de yoktu. Sabah kilerden taşıdığımız malzemelerle barikatlar yapmıştık, kendimi güçlü, korkusuz, sağlam hissetmiştim barikatları yaparken... Sonra evleri ateşe verdiklerini, insanları diri diri yaktıklarını anlayınca saatlerce uğraşıp yaptığımız barikatları söktük, sokağa çıktık. Her yandan kurşunlar yağıyordu, komşularımızın evlerinden bile, tek sıra olmuş, çapraz koşuyorduk kurşunların arasında”... (Ben sekiz yaşındaydım. Hayır, bizde silah yoktu, hiçbir şeyimiz yoktu kendimizi koruyacak.)
“Evleri çarpılarla işaretlemişlerdi bir gün önceden. Önce okula sığındık. Oradaki aleviler ‘buraya saldıracaklar, gidin’ dedi. Kalmak için yalvardığımızda bizi sopalarla kovaladılar. Böylece kurtardılar hayatımızı.’ (Kız kardeşim daha bebekti o zaman, annem onu beşiğinde bırakmış. Daha güvenli olur, bebeklere bir şey yapmazlar diye düşünmüş herhalde. Bebekleri de parçaladıklarını sonradan öğrendik. Ağabeyim eve döndü, bir saat sonra kucağında bebekle çıkıp geldi. Evet o, kayıp kız kardeşim o, 22 yaşından beri kayıp. Sanki en başından beri kaybolması için her şeyi yaptı bu dünya ona.Uğruna yaşanacak hiçbir şey yok mu, diye yazmıştı son mektubunda, yoksa ben mi bulamadım?)
“Yeğenim o kadar şanslı değildi. Almanya’da büyümüş, Maraş’a yeni dönmüştü. Avluda bağlı ineği hatırlamış, evi ateşe verirlerse ‘hayvan kaçamaz’ diye düşünmüştü. Onu bir daha görmedik. Bir ineği kurtarmak istemesinin bedelini diri diri haşlanarak ödemişti.”
“Nasıl olur? Nereden biliyorsunuz?”
“Cesedini bulamadık. Annesi kazanı ateşin üzerinde bıraktığını hatırladı sonra. Kapağını açınca insan kemiklerini gördük. Hatta annesi —o da burada şimdi, mülteci— kemikleri yanında taşıyıp getirdi.
Bana inanmıyor musun?’’
Boyunluklu kadın ayakta, ansızın ter içinde kalmış, fırtınaya tutulmuş yaprak gibi titriyor. Paramparça cümleler, sözcükler, heceler dökülüyor ağzından. “Bu olmuş olamaz, olmamalı... Ben de yanmıştım da... Dayanılmaz... Yani olmamalı, dünya üzerinde böyle bir vahşet olmuş olmamalı... “Anlamsız, umutsuz, yarım yamalaklıklarıyla kendi umutsuzluğunu kat kat aşan sözcükler sıralıyor, tıkanana değin...
Maraş’tan sağ çıkmış kadın, bu kez bastonuna dayanmadan boyunluklu kadının yanına geliyor, eline bir mendil tutuşturuyor. Mendili bile tutamayacak kadar titrediğini fark edince, hiç savaş görmemiş, katliam görmemiş arkadaşının gözyaşlarını usul usul, şefkatle kuruluyor.




 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi