Köşe Yazıları

Beyaz Saray (2) / 16.8.2010
‘Hepimiz farklı kabilelerdeniz’, diye yanıtladı Yuma, gözlerinin içine bakarak. Koyu parıltılı, dosdoğru, derin bir bakışı vardı, konuşmadan söyleyen, söylediğinden daha çok bilen... “Lehçemizi anlaman, arkadaşım, bizi yalnızca onurlandırır.”
“Belli olmaz arkadaşım” diye yanıtladı Peppino, gözlerini kaçırarak, belli belirsiz gülümsemesiyle. Sert, korkutucu bir adam değildi Kızılderili, ama Peppino’nun alışık olmadığı bir doğruculuğu, tavizsizliği vardı. Portekizce’yi çok düzgün, şivesiz, argosuz, ‘üniversiteli’ gibi konuşması şaşırtıcıydı. Kuzeydoğulu yerlilerin çoğu okuma yazma bile bilmezdi. “Ya ırgat, ya da hırsız olurlar, ama ikisine de kafaları yetmez” denirdi onlar için. Kızılderilinin yüzündeki yol yol çizgiler, ancak Peppinonunki kadar uzman bir gözün anlayabileceği taze darp izleri de, sert kıraç toprakların, yıllanmış açlığın, susuzluğun, aşağılanmanın bıraktıkları da, adamın gencecik sesiyle, üniversiteli diliyle çelişiyordu.
Nezaretteki on üç adam, Topraksızlar Hareketi’nin önde gelenleri ve melez gangster, yeni yılın ilk gününü birlikte geçirdiler. Kimin kıyağı olduğunu çıkaramadıkları mükellef bir akşam yemeğinde, bozkırı, çocukluğunu, kasava dışında bir şey yemediği yılları anlattı durdu Peppino. Neden orada bulunduğu sorulduğunda, ‘cinayet’ dedi, yalan söylediğini bile düşünmeden. Sonraları, açlık günleri başladığında, bu son akşam yemeğini defalarca anacak, lokmaları kadar çocukluk anılarını da geviş getirircesine tekrar tekrar çağıracaktı.
Peppino’nun polise verdiği tek işe yarar bilgi de açlık grevinin başlayacağı olmuş, daha o sabahtan Merkez Karakolu kızarmış tavuk kokmuştu. Her sabah, öteden beri işbirliği yaptığı komiserin odasına götürülür, kendisini bekleyen kızarmış tavuk ve patatesten gözlerini ayırmaya çalışarak görüp duyduklarını anlatırdı. Serserilere, hırsızlara karşı takındığı tavırla, biraz tiksinen, çokça da kaale almayan tavrıyla gelişigüzel dinlerdi onu komiser. Bu tür adamları sindirip çözmekten özel bir zevk almazdı, doğal karşılardı bunu.
“Kabile diliyle konuşuyorlar komiserim. Ben anlamıyorum.”
“Öğren o zaman. Vaktin var.”
“Sana göre suç mu yok!” dediğinden ve gözaltı kaydının yapılmadığını hatırlattığından beri, Peppino’yu tedirgin etmişti.
“Silah kullanıp kullanmadıklarını öğren. Tek bir silahlı eylem, buradan mutlu bir adam olarak çıkarsın. Uzun zaman da mutlu yaşarsın. Gevezelik et, sokakları anlat onlara. Cezaevini, beni anlat. Buraya ilk geldiğinde sana yaptıklarımı...” Başıyla çıkmasını, çıkarken de tabağı götürebileceğini işaret etti.
Peppino’nun kendine özgü bir açlık grevine girmesinin, yani nezarette hiçbir şey yememesinin sebebi, komiserin sandığı gibi, Kızılderililerin güvenini kazanmak değildi. Aç adamların önünde yemeye utanıyordu, o kadar. Üstelik onu dilediğince yemesi konusunda serbest bırakmışlardı. Sorgudan döndüğü ilk sefer, Yuma’nın gözleri dikkatle olduğu kadar sahici bir endişeyle, darp izi ararcasına yüzünde dolaşmış, sonraki günlerde hiçbir şeyi kaçırmayan bu bakışından esirgemişti onu.
Beyaz Saray’da çok şey değişmişti artık. Polislerin tutumu bile... Kimse Kızılderililere de, Peppino’ya da ilişmiyor, posta koymuyordu. İlk toplu eylemde, on iki ufak tefek adam hep birden demir kapıyı yumruklamaya başladığında, Peppino geride durmuş, ikicisinde kendini yumruklar sallayıp sloganlar bağırırken bulmuştu. Üçüncüsünü dört gözle beklemişti. Ama artık, açlık grevinin yedinci gününde, kızarmış tavuk kokuları gibi eylemler de bitmişti. Bir görüşme bahanesi, antlaşma talebiyle büyükşehire çağrılan Kızılderililer, ‘her zamanki beyaz kalleşliğiyle’ tuzağa düşürülüp apar topar içeri tıkılmıştı. (Bu tamlamaya onay verircesine kafa sallamıştı Peppino, babasınıdan söz açmamıştı) Topraksızları hayatlarının sonuna dek içerde tutacak suç bir türlü bulunamıyordu.
‘‘ Yuma, sana bir şey sormak istiyorum,” dedi, farkında olmadan ‘üniversiteli dili’ kullanarak.
“Gerçekten silah kullanıp kullanmadığımı soracaksın, herkes gibi!”, diye yanıtladı Yuma,
ne dostluk, ne düşmanlık içeren, hem çok yakın, hem de uzak bakışıyla. ‘Kahvaltıdan daha fazla birşey teklif etmiş olmalılar. Özgürlüğünü mü alacaksın bizlerden?”
Peppino yutkundu, gözlerini kıpır kıpır ellerinden ayırmadan, sanki çok derinlerden, en içeriden gelen, kendine bile yabancı gelen bir sesle sordu.
“Ciddi bir suç işlesen ve bu başkasının üzerine kalsa, ne yapardın?”
“İlkinde sustum. Sonra hep üstlendim” diye yanıtladı Yuma, uzun bir sessizlikten sonra. “Sanırım niyetleri, bizlerden birisini, belki beni kaybedip sana yıkmak.”
Afrika dövüş sanatı ustası Peppino, aynı gece, köle atalarının yüzlerce yıldır kullandığı bir teknikle kendi sağ kolunu kırdı. (sürecek)







 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi