Köşe Yazıları

Beyaz Saray son / 23.8.2010
Yaraların kendi kendilerine, var güçleriyle kapanmaya çalıştığı o uzun, acılı iyileşme döneminde düşünme fırsatı buldu Peppino. Geleceği değil geçmişi, bilinen, tanıdık çıkmazlarıyla değil, belirsizliği, ele geçmezliği içinde kendi geçmişini... Kafasındaki hikâyeye bir türlü tam uymuyordu olup biten. Her an karnını deşecek bir boğayla karşı karşıyaymışçasına yaşamıştı. Hayatı kışkırtmış, bağırıp bez sallamış, çoğu kez arka kapıdan sıvışmış, şansı yaver gittiğinde kılıcı gözlerinin ortasına saplamıştı. Şimdi ‘Beyaz Saray’ denilen nezarethanede aç, susuz, yaralı yatarken, ilk kez hayatla uzlaşıyordu.
Kaderiyle değil, onun çok erkenden kabullenmişti, hayatın ta kendisiyle... İçinde, en içeride yepyeni, canlı bir şeyin biçimlendiğini, ruh denemeyecek kadar ağır, irade denemeyecek kadar belirsiz bir şeyin giderek büyüdüğünü hissediyordu.
Yuma ve diğerleri, yaralarına masaj yapıyor, onu su veriyor, sırtlarında tuvalete taşıyorlardı. Komiser bol şekerli, sütlü bir kahve yollamıştı. Durumu tehli değildi, ama bir daha hiçbir zaman eski Peppino olamayacaktı.
İki hafta geçti, Topraksızlar çıkarıldıkları ilk celsede tutuklandı. Kefen gibi katı, dimdik bir nezarethane sabahı belirdikleri gibi bir anda kayboldular Peppino’nun dünyasından. Hızlı ama duygusal bir vedalaşma oldu. 11 adam teker teker sarılıp ana dillerinde kutsadılar gangsteri.
“Sana bir şey sormak istiyorum,” dedi Yuma, giderayak. “Neden buraya Beyaz Saray deniyor? İçerideki hiçbir şey, duvarlar bile beyaz değil.”
“Bilmem... Buraya giren herkes buradan bile daha kirlidir, diye hatırlatıyorlardır. Bembeyaz girsen bile siyah çıkarsın.”
“Beyaz, masumiyetin rengi, galiba?” Toprak rengi yüzü, açlığın, darbelerin izleriyle daha da kararmıştı Yuma’nın.
“Kulübedeyken kulübedeymiş, saraydayken saraydaymış gibi düşüneceksin!” diyerek uğurladı onu Peppino, bilgiç gülümsemesiyle...
Kızılderililerin, kravatlıların, basının— bir iki duyarlı gazetede haberler çıkmıştı— gitmesinden hemen sonra yukarıya alındı. Ayakkabıları ağırlaşmıştı sanki, ayaklarını güçlükle sürüyordu, ama aynı zamanda suyun üzerinde yürüyormuşçasına başı dönüyordu. Açlık grevine katılarak örgüt tavrı göstermiş, polise mukavemet etmiş, iki haftada iki dosyalık suç işlemişti. Neye karıştığının açığa çıkarılması kadar, haddinin bildirilmesi de kişisel hıncın ötesinde, bir prensip meselesiydi.
Komiserin asık yüzü bezgin, hatta endişeliydi. Hava 38 dereceydi. Klima bozulmuştu, ‘bu sıcakta beni sorguyla morguyla uğraştırma; der gibi bakıyordu Peppino’ya. “İki yıl önce birini...” diye söze başladı Peppino, öldürdüğü adamın gerçek adını hatırlamaya çalışıyordu. “Üç kuruşluk bir herif, üç kuruşluk bir başka herifi gebertti diye şimdi uğraşamam. Seni, tehditler savurduğun o adamlara teslim etmemi istemiyorsan, başka şeyler anlatmalısın”
Gözlerini bağladıklarında kahkahalarla gülmek geldi Peppio’nun içinden, bazen silahlı çatışmanın orta yerinde gülerdi. Ama neşeden çok hüzne benziyordu bu duygu, kadınlardan koparıp aldığı sevgi anlarında, tam mutlu olması gerekirken hissettiği hüzne benziyordu. “Keşke bu kadar aç, yaralı olmasaydım.” Cihazı tanıyordu, bizzat kendi tamir etmişti, elektrik işlerinden anlayan Peppino karakolun sık sık bozulan tesisatın tamir ederdi eskiden ama
yirmi üç yada yirmi dört gözaltında siyasilere ayrılan elektrikten esirgenmişti. “Son bir kahve iyi giderdi...’’ Öylesine yoğun bir yaşama özlemi, susuzluğu duyuyordu ki neredeyse ıslık çalacaktı, ama o an Kızılderililerin ağıdından başka ezgi hatırlayamıyordu.
Köklerini karanlıkta derinlere salan bir ağaç gibi büyümüş ‘öteki ben’ Peppino’nun yerine geçmişti sanki, o ise sakince olup bitenleri izliyordu. Alışkanlıkla tarağını aradı, pantolonu yoktu, çırılçıplaktı. Bağlanmadan önce elleriyle saçlarını düzeltti. Gülümsedi. “Boş yere uğraşacaksınız. HİÇBİR şey bilmiyorum.” Çok uzun zamandır ilk kez gerçeği, bütün gerçeği söylüyordu, ancak Peppino kadar usta bir yalancı sorgucularını sırlarla dolu olduğuna inandırabilirdi. “Karanlıkta bekleyeceğiz, gündoğumunda geri geleceğiz. Karanlıkta bekleyeceğim, bekleyeceğim...”
Not: Bu hikâyedeki bütün olaylar ve kişiler kurgusaldır.




 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi