Köşe Yazıları

UZUN HİKAYE — Sona Doğru / 21.10.2011
Asfalt, beton, demir... Seninle toprak, seninle gökyüzü,seninle rüzgar arasında demir,beton,asfalt. Bulutlu bir gün, ayak sürüyor gibi, kararsız, değişken renkler, yıllar önce kapanmış bir yaranın izini andıran gündoğumu. Sırtını dönüp gittiğin gündoğumu, bir daha dönmemecesine... Sanki sen uzaklaştıkça içine kapanan, duygusallaşan doğu ufku. Havada toprak kokusu. Her şey gelip geçici ve ıssız, yitik ve yitirilmiş. Karanlık, gürültüyle kapanır ardın sıra, devasa, çınlayan, yankılı, yaslı karanlık, kirli pencere bütün gücüyle direnir. Bir perdeden sızarcasına dolar inatçı ışın demetleri, sanki kendi içinden, derinlerden gelen bir ışıltıyla ansızın aydınlanır dünyan, her milimetresi parıltı, anı, renk ve rüya olan bir vadiye dönüşür. Yarım metre uzunluğunda, yirmi küsur yıl derinliğinde... Hayaller üşüşür lekelere, yaprak yaprak yeşillenir kocaman düş ağacı, gölgeler omuz omuza verir, dile getiremediğin ne varsa, bir ezgide sesini bulur. Taptaze bir şaşkınlıkla bakarsın doğup büyüdüğün toprağa... Kucaklayan, çağıran, esirgeyen, bekleyen... Seni ve yalnızlığını. Daha aydınlık bir anda uyanmak için kaparsın gözlerini, yirmi küsur yıla kaparsın, bir yağmur damlası şekillenir göz kapaklarında. Sıçrayarak uyanırsın, bir kabusmuş yalnızca. Şükür bitmiştir sorgu günleri, hem hiçbir gerçek kabuslardaki kadar katlanılmaz değildir. Işıkları yanar yüreğinin, bir kanat sesiymiş seni uyandıran.

*

Dile getirilmekten çok susulan bir hikayem var benim. Birden fazla kez denedim anlatmayı, her seferinde daha kötü anlattım. Duygusuz, kansız sözcüklerle girebildim bana sahip çıkmayan ama dışarı da salmayan hikayeme... Çok uzak bir kıtada, uzun zaman önce, yanan bir binada kalmıştım. Yaşlı yatalak bir kadınla terk etmişlerdi beni... Dehşet, duman, dehşet, bir rüyadaymışçasına uzayan, siyah beyazlaşan dakikalar... Kafesteki bir kaplan gibi dönüp duruyor, ağlıyordum. O soğukkanlıydı, giyinmesine yardım ettiğim birkaç dakikada hazırlanmıştı ölüme. ‘Sizi bırakmayacağım’ dedim kırık dökük Portekizcemle, ellerini tutmuş, ağlıyordum. Bana inanmıyordu. Dehşet, duman, uzayan koridorlar, bir rüyadaymışçasına kararan dünya, duman zehirlenmesi. Anlatılacak bir şey yok ondan öteye... Sözümü tutup tutamayacağımı göremeden itfaiyeciler kurtardı beni. Gerçekten güzel bir şey kurtarılmak, insanların birbirini zevk için, hatta zevk dahi almadan harcadığı gündelik hayata inat... Geriye kalan her şeyi, insana dair her şeyi bağışlıyor, üstleniveriyorsun. Alevlerin arasında taşıyamayacağın yatalak bir kadınla bırakılmayı bile...

*

Dümdüz süzülür bir kuş gökyüzünün derinliklerine, gürültüyle, neşeyle, deli gibi kanat çırparak... Aynı yollardan geri dönersin aynı hapishaneye. Aç bilaç, bitkin, susamış,canından bezmiş. Saatler akar geçer içinden, yıldızlar doğup geçer, yıllar, yollar, ne varsa kayıp geçer. Gene de güzeldir toprağa bakmak. Sonsuz bir doğuş, tükeniş,yeniden doğuş olan hayata bakarcasına... Gerçi bir türlü anlamadığın bir şey vardır hâlâ... Bunca acı, bunca aşağılanma... Dönüp durur bulutlar,gümüşi bir çizgi, dalga dalga sürükler götürür ufku, hızlandıkça hızlanır cezaevi arabası, kovaladığı her neyse onun peşinden, bazen durur da durur, ağır ağır kat eder ıssız yollarını dünyanın, yoluna çıkan ne varsa, yaprakları, küçücük hayvanları, uzakları ezer geçer ayırt etmeksizin... Kimse gelmemiştir seni uğurlamaya, yol ayrımında yapraklarını çok erken dökmüş bir ağaç, bomboş kollarını sallar ardın sıra.İnsanlardan öteye de verilecek sözler vardır, bir ağaca da yemin edebilir, ëbir gün geri döneceğimê diyebilirsin doğup büyüdüğün toprağa... Uçsuz bucaksız gökyüzü, uzak, beyaz, sır dolu, bitmez tükenmez bir hikaye gibi. Sabırsız bir kanat sesi olur senin son özgür ülken.

*

Beni itfaiyeciler kurtardı. Seni hiç kimse... İçimden bir his kimsenin fazla çabalamadığını söylüyor. Mahpusların sağ kalması için hiçbir şey yapmayan sistemi tanıyorum az çok. İnanmayı isterdim, birilerinin kapıları açmak,zincirleri çözmek için uğraştığına... Daha güzel bir dünya adına inanmak isterdim. Elim telefona gitti defalarca. “Yanan mahpuslardan biri... Adını, doğduğu yeri hatırlar gibiyim. Onu tanıdım mı?” Yapamadım. Hayata Dönüş listelerini taramış, ölülerin mektuplarını ayırmıştım. Bu kez ‘tanımadığım bir ölümü’, kimsenin olmayan bir ölümü, aslında galiba hayatı anlatmayı yeğledim. Belki içinizde onu tanıyan vardır, elleri kelepçeli yanan mahpusu... TANIMAYAN var mı?








 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi