Köşe Yazıları

Sarı yıldızı takmak / 4.11.2011


Dupduru, yadsınamaz, koyu ışık, giderek büyüyen, şeffaflaşan mavilik, aç martıların çığlıkları... Gece bitiverdi işte, upuzun, tedirgin gece, beni burada, yeni doğan günün kıyılarına bırakarak... Bomboş beyaz kağıtların arasında, derinliklerine sürüklediği yaslı karanlıkta... Bir çatı katı penceresinde biçimlendi dünya, renklerine, seslerine büründü, kiminin yarın, kiminin sonsuzluk dediği ufuklarına kavuştu. Yeni gün, yepyeni, kıpır kıpır, tedirgin gün... Bana düşense, bir sabah dilenmek uçsuz bucaksız mavilikten. Bir sabah daha koparıp almak sonsuzluğundan Araf’ın. Hayata doğru açılan bir kapı, bir vadi, bir yol aramak, sözcük sözcük koparıp almak binlerce yarını, ışıktan, karanlıktan, suskunluktan... Son ve boş yudumundan gecenin...

Böyle başlamayı düşlememiştim, bomboş kağıtlara gözlerimi dikip durduğum gecede... Nadiren dışarı, paramparça bir kadın imgesinin ardında beliren, kendi uykusundaki kente bakabildiğim anlarda bile... Yıldızsız sonbahar göğünden medet umarak, sadece bir ilk cümlenin peşinde... Bir karşılık, bir teselli beklemeden... Arkadaşım Ragıp Zarakolu’nun gözaltına alınışını öğrendiğimden beri kurduğum, toparladığım, bilediğim onlarca cümle bulutlu gecede dağılıverdi. Kolayca adlandırabilirim duygularımı, şaşkınlık, acı, endişe, umutsuzluk, isyan diye sıralayabilir, belki aktarabilirim de... Ama asıl mesele, gecenin bu geç ve derin saatinde hala sözcüklere tutunabilmek. Bitmez tükenmez bir gecede anlayabiliyor insan, hakikatten koparıldığında, bütün sözcüklerden sürgüne gönderildiğini... Kişisel anılar uçuşup duruyor zihnimde, Frankfurt Kitap Fuarı, DGM’nin arkasındaki çay bahçesi, oğlunun tutuklanışının ertesi günü... Zulüm kavranamaz hale geldiğinde, önümdeki resmin bütününe bakmayı erteliyor, iyilik, güzellik, saflık adına içimde ne kalmışsa, hepsini bir arada tutup boşluğa bakıyorum. Ufka, beyaz kağıtlara, ellerime...

***

“Yolda telaşlı insanlar görülüyordu: Yıldızımı unuttum. Veya durduruluyorlardı. Elleriyle üstlerini kapatarak aceleyle evlerine dönüyorlardı.” “İşaret taşımakla yükümlü Yahudiler... hiç bir şüpheye mahal vermeden görülecek şekilde takılacaktır.” “Nifak tohumları atan büyüklü küçüklü sayısız kışkırtıcı asla unutulmasın... Devletin sinir merkezlerinin işgali... Müteakip sonuçlarından.” (Nazi metinleri, Backer’ın Tutanak adlı kitabından alıntılanmıştır.)

Sayılar, bir kez daha, aynı acımasızlıkla... Son iki yılda dört bini aşan KCK tutuklamaları... Bir siyasi partinin neredeyse bütün kadrolarının, seçilmiş belediye başkanlarının hapse atılması, cezaevlerindeki binlerce TMK tutuklusu. Öğrenciler, gazeteciler, milletvekilleri, yazarlar, akademisyenler... (Bakanlığın saat itibarıyla tutuklu sayısını beş yüz olarak açıkladığı gün İstanbul’da yüze yakın kişi tutuklanmıştı. Zaten ‘saat itibarıyla’ deyimi durumun vahametini açığa vuruyor.) Bir gösteriye katıldıkları için 27 yılla yargılanan sendikacılar, beş ayrı konuşmaya istenen 45 yıl! Sokaklarda, medyada, internette hız kesmeyen linç ortamı, tehditler, hakaretler, küfürler... Adalet, hukuk, barış gibi kavramları dillendirmeye cüret edenleri, ‘Kim olduğuna bakmam, iddianame filan da aramam, derhal tutuklarım!’ diyen ileri demokrasi anlayışı. Korkutucu... Tıpatıp aynı düşünmeyen herkesi susturan, aslında kitaplardan, düşüncelerden, sözcüklerden korkan bu demokrasi anlayışının daha da ‘ilerileştiğinde’, istediği suskunluğu elde ettiğinde neler yapacağı sorusu daha da korkutucu.

Yahudileri, ‘şüpheye mahal bırakmayacak’ işaretler takmaya zorlayan muktedirler, bir kez bile sorgulamadılar kendi haklılıklarını... Onlar muktedirdi, bu kadarı yeterdi. Herhalde sarı yıldızı takıp Kopenhag sokaklarında yürüyen Danimarka Kralını’nı da ciddiye almamışlardı. Oysa kamplardan sağ çıkan ve Nazi zulmüyle yüzleşenler sonuna dek sorguladılar: Sağ kalmayı, canlı kalmayı, insan kalmayı... Primo Levi, Antelme, Borowski... Hemen hepsi intihar etti. Sözcükleri hala canlı, hala bizimle konuşuyor, durmamacasına anlatıyor, kıyımı, korkuyu, dehşeti... Durmamacasına hatırlatıyor o umulmadık, mucizevi ‘insan ruhunu’, yenilmeyen, ele geçmeyen, yok edilemeyen...

Tek bir kişi bile kimliğini bir lanetmişçesine taşıyor, taşımaya zorlanıyorsa... Tek bir yolu var insan kalmanın: Onunla birlikte sarı yıldızı takmak.


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi