Bir avuç barış için
Devlet örgütlenmesinde insanın, hayvanın, çiçeğin, böceğin yeri bu ekşimiş “bekaa” meselesinden epey sonra geliyor maalesef. Bu, bizim memlekete özel bir durum da değil tabii. Devletler kafasını ölümsüzlüğe takmış örgütler. Hepsi. Bunun için her türlü zibidiliği göze alıyorlar. Danimarka’ya bakalım. İnsanları güven ve refah içinde yaşıyor. Başkenti Kopenhag’ın kriterleri var. Hepsi demokrasiye dair. Bir özgürlük ve barış efsanesi Christiania orada yahu. Aynı Danimarka, savaştan kaçıp ülkesine sığınan insanların ziynet eşyalarına el koyma terbiyesizliğini yapan tek ülke olma şerefine de sahip. Ve o Christiana’nın dahi beyni yumuşamış olmalı ki Danimarka’da yer yerinden oynamıyor.
Devletlerin kendisini koruma önceliğini beğenmem ama anlarım. Öyle yapmadan devlet kalabilmek mümkün olmayabilir. Anlaması zor olan sürekli aynı yerde durmak. Ders alma, tecrübe etme, not alma eyleminden azade olmak. Sıradan öğrenme melekelerinin gelişmiş olması gerekmez mi devletlerin, muktedirlerin? Kendini korumak adına da işe yaramaz mı bu? Neden biz 90 yıldır aynı problemlerle, aynı cümlelerle boğuşuyoruz?
“Paris’te neler yaptın?” diye soruyor Aslan Özdemir, 2003’te. Aslı Erdoğan cevap veriyor. “Aslında Türkiye’ye geldim bir ara.” Ve tamamlıyor: “Hatta barış girişimi faaliyetlerinde filan bulundum.”
Barış girişimi faaliyetlerinde filan. Maalesef her daim barışa çok ihtiyacı olan Türkiye’de pek az insan “barış girişimi faaliyetlerinde” bulunur.
Ve onlar da “barış girişimi faaliyetlerinde filan” bulunur.
“Filan” kelimesi tesadüfen orada değil. Bir barış girişimcisi için olay müthiş sıradan çünkü. Sıkıcı hatta: “Bin yıl geçti ve hala aynı şeyi aynı cümlelerle talep ediyoruz.”
İnsan barışı kaç türlü isteyebilir ki? Barış yahu.
Türkiye’de ne yapıyorsun? Yüzümü yıkıyorum, arada arkadaşlarla dışarı çıkıyoruz, bi de barış girişimi faaliyetlerinde bulunuyoruz. 7 yaşında bir çocuğun onbeş saniyede anlayacağı bir şeyi uzun yıllardır anlatmaya çalışıyoruz.
2003’ten bu yana 13 sene geçti, Aslı Erdoğan rutinini bozmayıp barış girişimi faaliyetlerinde filan bulunurken kendini içeride buldu.
Barış ne kadar çok talep görüyor aslında. Memlekette ne çok “Yurtta sulh, cihanda sulh” yazısı var. Askerler dahil bütün muktedirler barış istediğini söylüyor. “Ama” denilen şu üç harfli melun bağlaç eşliğinde. Amalı yahut uyduruktan, boşuna bütün konuları barışa bağlamıyorlar. Nihai olarak güçlü olan halktır ve o da barış peşindedir. Savaştan haramiler beslenir, halklar değil.
Barış istemek, barış olsun diye faaliyette bulunmak akıntıya kürek çekmek olabilir. Ne yapalım? Akıntıya mı kapılalım? Bugün bir parça umut varsa akıntıya kürek çekenler sayesinde var. 12 Eylül müsibetinin en meşhur davasını hatırlayın. Barış Davası. O gün barış istedikleri için yıllarca hapiste tuttukları, hepsi birbirinden kıymetli entelektüeller, bilim insanları sadece beraat etmediler. Bugün akıntıya kürek çekenlere cesaret oldular. Onları yargılayanlar ne oldu merak eden var mı?
Necmiye Alpay’ın, Aslı Erdoğan’ın, Atilla Taş’ın ve daha pek çoklarının içeride olması çok can yakıcı. Hepsi güçlenmiş olarak dışarı çıkacaklar elbette. Ama daha çok can yakıcı olan şey bu sessizlik. Sessizlik suça ortak olmaktır. Bütün bunlar doğrudan kalbe dokunmalı oysa. “Kalbini yumuşatmayanın eninde sonunda beyni yumuşar,” demiş Chesterton. Beyninizin yumuşamasına izin vermeyin. Ses çıkarın.
|