Söyledikleriniz değil, yüz ifadeniz itirafınızdır!
Anlattınız, kenara çekildiniz. Yeterince acılı, saklanmaya çalışılan, yalanla örtülen haberleri okumuş, fotoğraflara bakmışsınızdır. Gözle çekilebilen, ruhla tartılabilen yalandan geçmişsinizdir. Ömre silinmeyen bir halatla bağlanmış kötülüğü bellemişsinizdir möhkem. Yalanın bölüğü, gerçeğinkinden çoktur, öğrenivermişsinizdir artık; inanmanın çanlarından, sesevlerinden çıkan fotoğraflarla. Dillerinde kurtçuklarla konuşanların çürümüş sözleriyle randevulaşmanız da devam ediyor.
Avlanmış adımların götüremediği umut harklarında yığılmış, kalmış suların sessizliğinde durmuşsunuzdur. Her mağduriyet giderilince kirliliğe bırakır kendini. Buyrukçular yerini başka buyrukçulara bırakmış, şamatalarını damıtmış; kin balkonlarında seslenmiş, bez parçalarıyla poz vermiş, karşılığında ölmeye yatmış kalabalığa kan duvarlarını yükseltmişler… çekmişsinizdir manzaralarını. Yettiği kadar da haklılığınızı anlatmaya çalışmışsınız, haklılığı anlatamamanın zorluğu karşısında ağlamaklı kelimeleri söyleyemeden içinizin askılarına geçirmişsinizdir. ‘Şeyh uçmaz mürid uçurur’ sözünün ne demek olduğunu da anlamış, yettiği kadar da bağırmışsınızdır.
Yine anlatılır, yaşamaktan bahsedilir beraberce, bütün halklarca, istenir bu en büyük istencinizdir —siz ötekileştirilmişlerin— kenarında dura burkulmuşsunuz da. Barış demişsiniz, sayıca yenilmişsinizdir; önemli olan sizin değil, iktidarın cırtlak cümlelerine kendini boğdurmuşların barış istemesidir. Barışla yontamadıklarınız, gelip sizi yonta yonta bitirmiştir. İçinizi boşaltmıştır, farkın farkına varmamaşsınızdır. Yorgun düşmüşsünüzdür de. Evlerin yatak odalarına girmiş, mahrem eşyaları karıştırmış, ruj ile aynaya yazı yazan askeri görmüş, o askeri alkışlayan milyonlara da şahit olmuş, barışın uzaklığını da ölçmüşsünüzdür artık.
Öyküler toplattınız, fotoğraflar biriktirdiniz, kendinizce dünyaya bir nal daha attırdınız. İçmişsiniz, keyiften bir geceye dalmışsınız, beraber türkü söylemişsiniz; gecenizi videolara, fotoğraflara sıkıştırmış, taşırmışsınız bir bir insanların gözüne gözüne. Sonra da çıkıp Kürdistan’da ölen çocuklara, yıkılan evlere hüzünlü cümleler kurmuşsunuz; devleti de lanetlemeyi unutmamaşsınızdır. Yas ve utanç kelimelerinin anlamlarına kendinizi yatırmamışsınız. Burada söyledikleriniz değil, yüz ifadeniz itirafınızdır!
Biri alınmıştır, biri darpedilmiştir, biri hapishaneye atılmıştır, biri sokak ortasında vurulmuştur… savunmaya geçmişsinizdir, koşmuşsunuz topluca meydana, yazılar da yazmışsınız. Vicdanınızı şöhretinizden daha az çalıştırmışsınız. Darpedilenden, hapsedilenden, vurulundan çok sizin adınız okunmuştur, yazdığınız yazıda vurulandan çok sizin hayatınız geçmiştir, onun fotoğraflarından çok sizin bağır bağır samimiyet yoksunu fotoğraflarınız dolaşmıştır. Topluca gidilmiş, dayanışmaya girilmiş her eylemin birlikteliğinden çok siz öne çıkmışsınızdır. Sahi bir vicdan kaç fotoğraf?
Sadece baktınız, eğilmediniz. Kötürümle çağladınız, yükseklerden baktınız; iktidarı nefretle gözetirken devletin kanlı geçmişini beraat etmeye çalıştınız. Söylenen her sözden sonra göz kamaştıran, surat yapraklandıran ironilerinizle iktidarı yendiniz sandınız, koca bir hafızasızlık yarattınız. İktidarın her söylemine albümlerinizden bir fotoğraf çıkararak cevap verdiniz, iktidarı bir fotoğrafla da ne güzel düşürdünüz. Sahi, neden bu kadar gerçeklerden kopuksunuz? Size iç savaş çıkartırmayacağız, dediniz. Oysa kırkıncı yılın başında devam eden savaşın dibindeyiz. Kuru sloganların vardığı tek bir yer var: Harflerin ucuzluğu.
Utanmak diye bir şey kaldı mı?
Aslı Erdoğan ile üç yıl önce yaptığım röportajda söylediği de yürüsün buradan:
“Uzak dur pencereden, uyu ve uyan dostum. Yarın gelecektir ama içinde bir idam da vardır.”
|