Asma kilit
Hayatım gasp edilmiş gibi hissediyorum. Kontrolün tamamen benim dışımda olduğunu. Evet yaşıyorum bu hayatta — geldik madem — ama aslında benim ağzımdan çıkacak hiçbir lafın kıymetiharbiyesi olmadığını görüyorum. Kiminin iki dudağı arasında bütün kaderler, benimki ve pek çok diğerininki neredeyse süs. Bunu epeydir biliyorum, yeni öğrenmedim. Şaşkın da değilim. Ama evvelden bir şeyi becerebiliyordum: Kendimi oyalamayı. Sevdiğim üç beş şey ile hayata tutunmak mümkündü. Şimdi ise başımın içinde bir uğultu; düşünemiyorum, anlayamıyorum, algılayamıyorum, sadece kalbimde bir sıkıntı ve sızı taşıyorum. Misal:
Normalde, üç ay üstüne kendi evime girdiğimde bir oh demeliydim ben.
Normalde, salona yeni akvaryumu kurarken içim kıpır kıpır olmalıydı.
Normalde, evim arkalı önlü esiyor diye seviniyor olmalıydım.
Normalde, 27 Ağustos’ta Mars ile Ay gerçekten bir arada görünürse diye bakmayı unutmamalıydım.
Normalde, kızım ilk kez ağlamadan saçlarını yıkattı diye yere göğe sığamamalı, tüm akraba, eş dostu aramalıydım.
Normalde, gecenin bir köründe elime kitabımı alıp ışığın altında oturduğumda hayat ne güzel diye düşünmeliydim.
Normalde en sevdiğim Vedat Türkali ölmüş diye üzülürken bir tek onu düşünerek yas tutmalıydım.
Normalde, rasgele aldığım sabun güzel kokulu çıktı diye gülümsemeliydim.
Normalde, alt katın köpeği her havladığında nihayet onlar da döndü, apartman doldu diye neşelenmeliydim.
Normalde Boğaz’a bakıp “İstanbul da güzel be” demeliydim.
Normalde, özlediğim arkadaşları tekrar görünce başka hiçbir şeyi düşünmeden muhabbet edebilmeliydim.
Normalde arabaya ağaç altında park yeri bulabildim diye keyiflenmeliydim.
Normalde, bir su birikintisinde yıkanan kuşları zihnim bomboş dakikalarca seyredebilmeliydim.
Normalde, çevirmen neden “kelimenin tam anlamıyla” yerine “sözcüğün tam anlamıyla” demiş diye düşünüp durmalıydım.
Normalde, o dolabın arkasına düşen mektup açacağını sonunda oradan çıkarabildim diye hafiflemeliydim.
Normalde o gün yazdığımı beğendim diye sokakta uçarcasına yürüyebilmeliydim.
Normalde, Bakırköy’e giderken trafik açık diye sevinmeliydim.
Ama işte bomboş yollarda Bakırköy kadın kapalı ceza infaz kurumuna giderken yüreğime çökmüş olan ağırlık anbean arttı. Artık hiçbir şeye sevinemediğimi anladım; sevinecek tek bir şey bulamadım. Cezaevinin önündeki ufak kalabalık derdime deva olmadı. Umutlanamadım. Bunu aşarız diyemedim. Zihnimde bir asma kilit; anahtarı kayıp.
Bu memleketin insanı ne eziyetler gördü; kimi yakıldı, kimi yerlerde süründü, kimi üniversitelere alınmadı, kimi kendi dilinde sustu… İşin doğrusu bu memleket vatandaşına gün yüzü göstermedi. Büyükler söyledi; böyledir burası, tarih tekrar eder durur dedi. İnanmadık mı, inanmak mı istemedik? Yoksa çok duyduğumuz için kanıksadık, gözümüzü olanlara kapamayı mı öğrendik?
Gerçi ben tabii kendi adıma konuşayım. Aslı Erdoğan gözünü hiç kapamadı. Durduğu yerden bir milim kımıldamadı. Adil olmaktan, yapıştırılan, yapıştırılacak olan çeşit çeşit yaftaya rağmen vazgeçmedi.
Aslı Erdoğan’ı tanımıyorum. Hiç arkadaşlık etmedik. Ama onulmaz bir aşka tutulmuş gibi onu düşünmeden tek bir saat geçirmiyorum. Hep ağlamaklıyım, gözümün ucundaki yaş aktı akacak. Kendisinin haberi yok, tüm memleketin derdini onun omzuna yükledim. Bana bu memlekette ne oldu diye sorsanız Aslı Erdoğan oldu der, ne demek istediğimi anlamanızı beklerim.
Umut dolu sözler söylemeyi çok istiyorum. Tamamen de imkansız değil hani. Olur mu olur, iki kuşun birbirine şarkı söylediği bir an yine ümitleniveririm.
O aktı akacak bir damlayı Aslı’nın cezaevinden çıktığı güne saklıyorum, ama belli de olmaz, bakarsın o an akıverir.
|