Tuz da koktu
“Ucu kaybolmuş bir çile nasıl sarılır? isyanımız vardı eskiden dönüp yıksak da kendimiz kendimizi efsanemiz söylenirdi şimdi ne masal ne efsane tarih bile reddedecek utançla sustuğumuzu”*
Utançla susmayıp cesaretle konuşanların susturulmaya çalışıldığı günlerdeyiz. O seslere, sözlere, çığlıklara vaktinde eşlik etmediğimizden olsa gerek şimdi hem onların sesine ve mücadelesine hem kendi haysiyetimize sahip çıkmanın telaşı içerisindeyiz. Bu yüzden, bir cesaret değil haysiyet mücadelesi diyor olabilir miyiz? Belki daha fazla utanmak istemiyoruz belki de savaşa karşı barıştan, muktedire karşı ezilenden yana taraf olanların abluka ve karantinaya alındığı şu dönemde tarihin bizi reddetmemesinin yollarını arıyoruz. Zira hepimiz biliyoruz ki hakikat ve tarih, muktedirin değil ezilenin yazdığıdır. Bu bilmenin eşiğinde hep beraber öğreniyor ve bir sınav veriyoruz.
Sınıfta, gazetede, ekranda, adliyede, amfide, meydanda, sokakta, mecliste… kalemle, kitapla, kamerayla, cübbeyle, klavyeyle… en çok da hakikatten, kalpten alınan güçle kendin ve herkes için ısrarla barış demek “suç”. “Ceza”sı muhtelif. Soruşturma, açığa alma, gözaltı, tutuklama, işkence… Biliyor, reddediyoruz.
Coğrafyanın ve kalbin en kanayan, en yaralı köşesinden yükselen hak, hukuk, eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi ve barış taleplerine, Kürt halkının bunlar uğrunda verdiği mücadeleye bu yakadan her kim ama’sız, fakat’sız destek olursa ona kesilen ceza hiç de hafif olmuyor Pınar Selek’ten bugüne. Şimdi de Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan üzerinden diyorlar ki susun, karışmayın!
İyi biliyoruz ki ne Necmiye Alpay’a ne de Aslı Erdoğan’a dilbilimci, edebiyatçı oldukları için ceza kesildi. Kara kıtalardan ses vermeleri, evcilleştirilememeleri, ehlileştirilememeleri yetiyordu. Tıpkı pek çok gazeteci, akademisyen, avukat; sayısı neredeyse on beş bini bulan öğretmen gibi. Her biri barışın yazarı, öğretmeni, gazetecisi, avukatı… olmayı tercih ettikleri için çeşit çeşit ceza onlara reva görüldü.
Ne acıdır ki Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan ancak cezayla kuşatıldıklarında bu kadar sahiplenildi. Onların meramı ne barış kelimesinin içinin boşaltılmasına, barışın sessizliğe mahkum edilmesine karşı kalemleriyle mücadele ederken ne de edebiyat içre yarattıklarıyla anlaşılabildi. Oysa onlar, senelerdir herkes için onurlu ve kalıcı bir barışın kurulması için mücadele edenlerdendi.
Tam da bu sebeplerle onların sesine, sözüne sahip çıkmaktan söz edilirken bunun ne anlama geldiği yeniden düşünülmeli. Zira bu, hem onların özgürlüğüne kavuşması için mücadele etmeyi hem de barış mücadelelerine sahip çıkmayı içeriyor olmalı.
Nasıl?
Onlarla aynı gerekçelerle tutuklanan gazeteci Zana Kaya ve İnan Kızılkaya’yı unutmayarak.
Özgür Gündem’le dayanışmak amacıyla nöbetçi yayın yönetmenliği yaptığı için tutuklanıp serbest bırakılan Şebnem Korur Fincancı’yı, ifadeye çağrılan ve akıbetlerini şimdiden kestiremediğimiz pek çok kişiyi unutmayarak.
Nice şahane romanı, öyküyü, şiiri çocuklarla buluşturmak, söz cinlerini içlerine kaçırmak, eleştirel bir bakış kazandırmak, hayallerini giriş gelişme sonuç kompozisyonlarına hapsetmeden çağıl çağıl akıtmalarını sağlamak… için binbir engele rağmen bıkmadan usanmadan çalışan, hemen hepsi Eğitim—Sen’li, çoğu Kürt açığa alınan barışın örğretmenleri için de cümle kurarak.
Sadece bildiğimiz yaralara değil, bilmediklerimize de merhem olmaya çalışarak. Artık hepimiz birbirimizle ağrılarımızdan, yaralarımızdan, acılarımızdan akraba olduysak bu coğrafyada ancak beraber iyileşebileceğimizi unutmayarak.
Sahipliler kadar sahipsizlerin, bildiklerimiz kadar bilmediklerimizin de sesi olmak Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın barış mücadelesine en yakışan değil midir? Sanırım ancak o zaman bir haysiyet mücadelesinden söz edilebilir. Aksi, hiyerarşik aktivizm sahnelerinde poz kesmelere dönüşür ki nice barış mücadelecisi esas o zaman yalnız kalmış olur.
Onlar ve nicesi özgür kalana ve bu topraklarda barışı hep beraber kurana dek asla yalnız yürümemeyi öğrenmek zorundayız. Yoksa haller duman. Zira,
“et kokunca tuz gerek
ama tuz da koktu…”*
*Gülten Akın
http://kulturservisi.com/p/me—kocak—yazdi—tuz—da—koktu
|