News & Reviews
Select Source

 

Kelimelerle barışmak

Ünlü Yunan yönetmen Angelopoulos, yaşlı bir yazarın hayatının son iki gününü anlattığı “Sonsuzluk ve Bir Gün” adlı o başyapıtta bize insanın ancak vicdanla iyileşebileceğini hissettirir. Önce yaşlı bir adamla yola çıkılır filmde, sonra her biri hafızamıza kazınan sahnelerle sınır, göçmenler, kaybedenler anlatılır. Ölüm kaybetmek midir? İnsan ne zaman kaybeder hayatta, ne zaman kazanır? Direnmek. Anlamsızlığa.

Ölmekte olan hasta yazar Arnavutluk’tan gelen altı yedi yaşlarında, sarışın ve önceleri ağzını hiç açmayan, konuştuğunda ise yazarın muhtaç olduğu kelimeleri ona bağışlayan kaçak göçmene rastladığında aradığı anlamı bulur. Tanıdık bir sahnedir. Çocuk elinde bez dünyanın tozunu almaktadır. Dünyanın umrunda değildir yaşlarından çok büyük, çok sınır geçmiş, çok acı çekmiş o çocuklar. Yazarlardan da yaşlıdırlar hatta. Egsozun ortasında, yaşama tutunabilmek için arabaların ve dünyanın tozunu alırlar.

Dünyanın bu çocukların acısından daha fazlasını gördüğünü söyleyebiliriz sanırım. Tanık olduklarımız, gözümüze çarpanlar, bize ulaşanlar, iki adım ötemizde olup bitenler o kadar şiddetli ve zalimce ki gördüklerimizi kelimelere sığdıramıyoruz. Dünya son günlerini yaşıyor sanki ve bizler kelimelerin gücüne tutunanlar, yaşamın ötesine geçmek, bunu anlatabilmek için bir yol arıyoruz.

Kendi hayatımızla sınırlı kalmadan başkaları adına da düş kuruyoruz. Edebiyat budur çünkü, kendi yaşamının ötesine taşmak, insanı ve toplumu anlatmak, bunu yaparken bu gaddar dünyayı yaşanılır kılmak için düşler kurmak. En kötüsü ise, itiraf edelim, düş bile göremeden var olmaktır, umutsuzluk. İşte bu yüzden bizler cezaevindeki gazeteci ve yazarların, Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın özgürlüğünü savunanlar, arkadaşlarımızın dışarı çıkması için olduğu kadar bu düşlerin elimizden alınmaması için de mücadele ediyoruz.

Başkalarının düşleri. Başkalarının acıları. Başkalarının gerçekliğine kelimelerle nasıl dokunulur? Başkalarının acıları nasıl anlatılır? Kelimelerle nasıl barışılır?
Yaşadığımız ülkede kelimelere ve düşüncelere tahammülsüzlüğün çok uzun yıllara yayılan bir geçmişi olduğunu hepimiz biliyoruz. Kimimiz tarih, biyografi, okuyarak, kimimiz bizzat deneyimleyerek öğrendi bunu. Mevcut iktidardan önce, 12 Eylül’den önce, hatta Cumhuriyet’ten de önce. Erk kimin elinde olursa olsun sözleşmiş gibi hepsinin ortak düşmanı dil ve kelimeler. Sabahattin Ali’den, Aziz Nesin’e, Sevgi Soysal’dan İsmail Beşikçi’ye, Yaşar Kemal’den Çetin Altan’a 12 Eylül darbesi sırasında yurt dışına çıkan ve on iki yıl Almanya’da sürgünde kalan Oya Baydar’a, kendi dilinde yazabilmek için sürgüne giden Fırat Ceweri’ye… Saymakla bitmez.

Şimdi, yine, yeniden arkadaşlarımızın kelimeleri, hapse atılırken bu tahammülsüzlük bir kere daha onların davalarında somutlaşıyor. Bu sistem kurban istiyor, fırının ateşi sönmesin, sonsuza kadar yanabilsin diye oraya kitaplar, kelimeler, yazarlar atılıyor. Ve ateşi, yani gerçekliği, bir gün değil, bugün anlatmak zorunda olanlar. Gerçekliği kelimelere sığdırmanın yollarını arıyoruz. Mesele sadece iki yazarın özgürlüğü değil, mesele kelimelerle barışabilmek kanaatimce. Görünen o ki, kelimelerle barışmadan, ne kendimizle, ne Kürtlerle barışılabilecek, ne de biriken dev sorunlar çözülebilecek. Devletin dili şiddet olduğu sürece, devletin sınırı içindeki gruplar ve halklar da çözüm için şiddete başvurmayı, kan dökmeyi kolayca mazur gösterebilecekler.

Sorularımız gayet yalın ve basit. Özgürlük insanın ne yiyip yemeyeceğine, ne giyip giymeyeceğine, ne yazıp yazmayacağına karar vermekse eğer, neyi yazıp yazmayacağımızı başkalarının söylediği günlerde gerçekten özgür müyüz?

Mesela.

Ölü bebeğini, cenazesinin kaldırılmasına izin verilmediği için günlerce buzlukta bekleten bir anne nasıl anlatılır? Kelimelere nasıl sığdırılır? Ve içimizi kavuran gerçekliği anlatmak için başvurduğumuz kelimeler başkalarının gözünde nasıl aklanır?

Barıştan konuşmak. Vicdanı anlatan kalemlerle barışmak. Cevapları birlikte aramak. “Niçin ana dilimizde, kendi insanımızın hikâyesini özgürce, korku duymadan anlatmak varken hapis, sürgün, ölüm tehditleriyle yaşayalım? Neden kelimelerle barışmayalım?” sorusunu hep birlikte sormak.

Sonsuzluk. Kelimeler biriktirelim cebimizde Angelopoulos filmindeki yaşlı adamın para karşılığı satın aldığı kelimeler gibi. Mülteciler, yollar, yürüyenler, savaş, acı, başkaları, şiir, unutmak, özgürlük, tahammül, duvar, cezaevi, özgürlük. “Kelimelerle barışmak bir gün” diye haykıralım sonra Yunan tragedyalarındaki korolar gibi.

Hep bir ağızdan.

17.9.2016
Gönül Kıvılcım


 

News&Reviews Biography Books Photos About     Contact Home Page
Design by medyanomi