Mırıltılar
Burada, zamanın ağaçlarla şarkı mırıldandığı yerde uzakları soruyor bir çocuk annesine. O sıra büyüklenen sözcükler sokağa çıkmak yerine evde oturmanın kapısını çekiyor içten içe. Gidecek yeri olmayanlar için saati sormaz sokak. Yıkacak gücü olmayanlar için kudretli ve fiyakalıdır.
Gidemeyip kalanlar için de serin avlular ve kuş sesleri. “Ağaç” ve “yeşillik” mahcup sözcükler nicedir, “park” mahcup sözcük. Oradaydı herkes. Gaz bulutlarının göğü sardığı yerde göğsünü rüzgâra açmanın bıçkın sesiydi kime sorsan.
Ne sokak, ne sözcük. İşte burada başka bir anlam zorluyor mantığı. Analiz kasmaktan zatürre olmuş saç dipleri beyaz kusuyor. Kussun! Çok oldu Kürt çocuklarının eve girmediği, bir yatağa boylu boyunca uzanıp sabaha kadar deliksiz uyumadılar kaç yıl geçti? 600 haftadır arananlar var içlerinde. Kimin kime kimden sustuğunu nerden bilecek içinden konuşanlar. Sınıfına ihanet etmiş “eski” burjuvaların muhakkak cezalandırıldığı doğrudur ayrı bir mesel. Bu arada Kenan Bilgin nerede? Hurşit Külter nerede?
Ne bir grev çadırından bahsedebiliriz, ne Kobanê’den. Zonguldak maden işletmeleri ya da Ereğli demir çelik nerededir? Soma’dan önce kaç felaket yaşandı madende bilen var mı? Cizre ile Sur’un yerini haritada kaç insan gösterebilir? Mazgal, görüşçü, mektup, kart, avukat, başgardiyan, ring aracı, ranza, volta, mahkeme günü, itiraz dilekçesi… kimin için ne anlama gelir? Kaç insan sıralı sözcüklerden birini kendisi için cümle içinde kullandı, ne zaman?
Biz; yani yazmak için kaleme kâğıda abanan, bilgisayarın başına geçebilenler, kalan boşluğu doldurmak iddiasıyla kendimizde olanı dışa vurmanın telaşındayız. Olmalıyız. Olalım. Kaçınmayalım bu telaştan.
Aslı ile Necmiye ezilen sınıfın yani işçilerin, ezilen ulusun yani Kürtlerin, ezilen cinsin yani kadınların ve LGBTİ bireylerinin yanında oldukları, onlarla birlikte mücadele ettikleri için cezaevinde tutulmaktadırlar.
Yazar olmaları bir yana, iktidarın kavgalı olduğu herkesle dayanışma içinde oldukları, yetinmeyip onların sesi soluğu olan gazetelerden birinde, Özgür Gündem’de, yazıp çizdikleri için cezalandırılmaktadırlar. İşçi olmayanın işçiyle, Kürt olmayanın Kürt’le, Alevi olmayanın Alevi’yle dayanışması, hatta bunu saklamayı aklının ucundan geçirmiyor olması iktidar için kabul edilir olamaz. En masumdan başlamalıdır ceza ve korku; sonradan buna yeltenecek olanlar kuyruğu dik tutmaya çalışmamalıdır. Herkes başına geleceklerden korkmalı ve geri çekilmelidir.
Şiddetin bir parçasında Tahir Elçi vardı elbet, bir parçasında top ateşine tutulan kasaba merkezleri var. Bir parçasını işten el çektirilen öğretmenler oluşturuyor artık, bir parçasını da vicdanıyla yazan ve ezilenlerden yana olan yazarlar oluşturuyor, oluşturacak.
Sevdiğini iddia eden ama acımasızlıkta sınır tanımayan bir ülkenin çocuklarıyız. Hrant’ın cesedi sokak ortasında hâlâ. Katilden kahraman yaratmanın bütün erdemlerini bilen bir iktidar geleneği var karşımızda. Onlar tutukladı arkadaşlarımızı. Cinayetleri kimin işlediğini de biliyoruz ayrıca.
Zamanın sınanan sözcükleri sokağa çıktığında, avludaki zeytin ağacı göğe çevirir yüzünü. Toprağın buğusuyla sever dallarına konan serçeleri. Sabırsızdır bazı ağaçlar da sözcükler gibi. Sırasını beklemek istemez, meyve vermekte ısrar eder sürekli.
Çünkü bazı şeyler beklemelidir, zamanın neminde paslanmalı, gözden yitmelidir. Geri dönülemeyecek olan nedir, bunu sormalı insan kendine.
Bu satırların yazdıktan sonra kart atacağım Aslı, Necmiye ve koğuş arkadaşlarına Lefkoşa’dan.
Aşağıya ben kulunuzdan bir dize bırakıyorum. İhtiyacı olan kullanabilir.
Selam olsun!
“Yanlış çevirmişler dünyayı törene taş, törende taş gerekir”
|