Benim de Kürt arkadaşlarım var
Aslı Erdoğan ile en son, geçen yılın sonbaharında Cizre dönüşü yüz yüze görüştük: Sohbet etmek, abluka altındaki Doğu’da neler yaşadığını dinlemek için. Bu görüşmemiz Kültür Servisi’nde de yayımlandı. Epey okundu ve epey hakarete mazhar oldu. Okurlardan bazıları, söylediklerinden ötürü Aslı Erdoğan’ı “eleştirmekle” kalmıyor, bu görüşmeyi yaptığım ve yayımladığım için beni de suçluyordu. Hiç haz etmesem de yorumlardan birini şimdi burada aktarmak durumundayım:
“Aslı Uluşahin, siz de Ermeni misiniz, hani bölücü olanlardan? Sizi böyle konuşturan Türk’ün sonsuz sabrı ve demokrasiye bağlılığı. Umarım yakın tarihte karşılaşmak mümkün olur da size gerçek nezaketi anladığınız dilden göstermek imkânı bulurum. Bir Türk olarak…”
Hayır, görüşme Ermeniler hakkında değildi, ama sevgili okurumuz Kürtlerle ilgili bir meseleyi “eleştirmek”, beni kendince aşağılamak için bu kelimeyi seçmişti.
Ne diyordu Aslı Erdoğan o görüşmede?
“Türkler ile Kürtler kardeştir deniliyor ama Kürtler artık çok iyi biliyor ki, Türkler onları kardeş gibi görmüyor. Kafaları attığı ilk anda dövecekleri, linç edecekleri bir halk gibi görüyorlar. Eşiti kabul etmiyor.”
Şimdi sorarım: Türkler ve Ermeniler de kardeştir değil mi?
Kısa bir süre önce Suriçi’nin son halini görmek için Diyarbakır’a gittim. Kapalı yolları, girişin resmen değilse de fiilen yasaklandığı mahalleleri Diyarbakırlı bir arkadaşım harita üzerinde işaretlemişti. O haritaya bakıp sokaklarda tek başıma yol bulmaya çalışırken, bir adam beni turist sandı. Türkçe konuşup gazeteci olduğumu anlatınca öfkeyle değil, derin bir sitemle söylendi: “Devlet burada sadece evleri değil, kardeşliği yıktı.”
Düşünüyorum da, keşke “kardeşlik” gerçekten evlerle birlikte yıkılmış olsa. O iklime ulaşabilsek, yeni evler yapılır, insanlar yuvalarına döner, kardeşlik sürer ve yaralar yavaş yavaş sarılır. Ama “Ermeni misiniz?” diye sorulmayacak o iklime nasıl varılacak?
Henüz yalancı bir barış süreci yürürlükteyken, Gültan Kışanak’la Diyarbakır’da buluşup sohbet etmiştik. Mevzumuz Diyarbakır Cezaevi’nin müzeye dönüştürülmesiydi. Kışanak bunu neden önemsediğini anlattı:
“Barış süreçlerinde, çatışma dönemlerinde yaşanan travmanın etkisi her zaman engelleyicidir. Bu engeli ortadan kaldırmak gerekiyor. Çünkü barış sadece politik değil, aynı zamanda toplumsal bir konudur.”
Sevgili Necmiye Alpay, 10 Ekim Katliamı’nı andığı notunda diyor ki: “Barışçıların içi ne zaman rahat olur? 1) Ateşkes sağlandığında, 2) Müzakereler başladığında, 3) Temel hak ve özgürlükler içselleştirilme yoluna gidildiğinde.”
Saydığı ilk iki madde politik meseleler. Alpay’ın da aynı notta yazdığı gibi bunlardan çok uzağız ve korkarım Türkiye’nin artık “Kürt meselesi”nden daha kapsamlı sorunları var. Ancak son madde bu sorunların pek çoğunun çözümü olabilir: Temel hak ve özgürlükleri içselleştirmek meselesi.
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin yine bir söyleşimizde sarf ettiği sözleri anımsıyorum şimdi. İnsan hakları ve felsefe ilişkisinden konuşuyorduk. Kuçuradi, insan haklarının yalnızca muamele görme ilkeleri olmadığı, aynı zamanda muamele etme ilkeleri olduğunu anlattı. En basit haliyle özetlersem, işkence yapılmasına karşı olmak yeterli değil, işkence yapmamak bilgisini de içselleştirmiş olacaksın. Ne basit değil mi? Ya da maalesef ne kadar zor…
Gorki “Geçmişin arabasıyla hiçbir yere gidemezsin” der. Oysa biz on yıllardır geçmişin arabalarıyla ileri bir demokrasiye varmaya çalışıyoruz. Sonuç ortada. “Benim de Kürt arkadaşlarım var” dan “Çok affedersiniz Ermeni”ye çıkmaz bir sokak: Üstelik ardı arkası kesilmeyen sivil ve asker/polis ölümleri. Yıkılan, ocağı tütmeyen ama temeline ateş düşmüş evler. Yasaklar, tutuklamalar.
Kesin bilgi: İleriye gitmek için artık yeni araçlar geliştirmemiz gerek. Aksi halde barış kelimesinde ısrar etmek gökyüzüne bir dilek balonu göndermekten daha yararlı olmayacak ve şu çok açık ki Gezi’de kol kola girip bir düşü gerçek kılan çocuklar artık barış ve huzur istiyor.
Nasıl yapmalı diye düşününce, sizi bilmem, ben şifayı kültürde buluyorum/görüyorum. Hepimizi farklı ama bir kılan birikimin yansıması/toplamı olan ürünlerde: Halkların yaşam kültüründe —örfünde, âdetinde – sanatında, edebiyatında, dilinde, deyimlerinde, masallarında, dansında, düğününde, türküsünde, cenazesinde, ağıtında, sahnede, beyazperdede, galeride, ev içlerinde veya Türkiye’nin ya da farklı ülkelerin sokaklarında… İnsanların kimlikleriyle değil, ürettikleri eserlerle var olduğu, değer kazandığı o gerçek dünyada. Hem, ne demiş Baltasar Gracian? “İnsan bir barbar olarak doğar ve hayvanlığı ancak kültürle aşar.”
|