News & Reviews
Select Source

 

Aslı Erdoğan’a, Bir Odadan

Pascal, “İnsanın başına gelen bütün kötülükler, bir odada hiçbir şey yapmadan oturamamasından gelir,” demişti. Kötülükle kuşatılmış bir dünyada yaşıyoruz. Herhangi bir iş yaptığımız, bir şey ürettiğimiz anda üzerimize çevrilmiş buluyoruz o kötülüğün oklarını. İster gerçek ister metaforik anlamda olsun, odamızdan çıktığımız anda başlıyor saldırı. “Kendimize ait bir oda’ya sahip olabilmenin giderek daha da imkansız hale geldiği bir çağ bu. Virginia Woolf’un oda kavramını, “Kendimize ait bir oda yetmez, o odanın içinde bir şey yaratmak da gerekir” diyerek bir başka boyuta taşıyan Latife Tekin’in odasını boynumuzda bir vebal gibi taşıdığımız, yaptığımız her iyi şeyin bedelini ödediğimiz, hem de ağır ödediğimiz bir çağ.

Herkesle aynı şeyi söylüyorsak hiçbir şey söylemiyoruzdur zaten. Herkesle aynı şeyi yapıyorsak hiçbir şey yapmıyoruzdur. Bir şey söylediğimiz, yaptığımız andan itibaren de tehdit olarak algılanıyoruz artık. Dünyada bu kadar kötülük varken bir odada hiçbir şey yapmadan oturmak mı daha zor, o odada bir şey yaratmak yoluyla o odadan artık ister istemez çıkmış olmak mı, gerçekten bilmiyorum. Hangi yolu seçersek seçelim, var olan dünya düzeni tarafından köşeye sıkıştırılmış olduğumuz gerçeğinden kaçmak imkansız.

Hiç görmediğim, tanışmadığım, konuşmadığım, ama kendisiyle kitapları üzerinden bağ kurduğum bir yazar Aslı Erdoğan. Nitekim, olağan iletişim biçimlerinin yetersizliği yönlendiriyor bizi zaten okumaya ve yazmaya. Okumak da yazmak da, metin vasıtasıyla olsa da metnin ötesinde bir derinlikten iletişim çabası. Aslı Erdoğan’ın metinlerinden bildiğim o, acıyı derinden, samimiyetle, metanetle kucaklama cesareti, çok ama çok yakından tanıdığım bir şey. Proust, bir odada tek başımıza kitap okurken okuduğumuz kitaplardaki yazar/lar/la iletişim kurduğumuzu söyler; böyle bir iletişim benim de Aslı’yla kurduğum. Yüz yüze konuştuğum birçok insanla kurduğumdan daha derin bir iletişim.

Acıyla çok derin bağ kuran bir başka yazar, Edna St. Vincent Millay (1892–1950). Millay, “Bluebeard” (Mavi Sakal) şiirinde iç dünyasını, kalbini bir oda olarak tasvir eder ve o odaya zorla giren “Mavisakal”a This now is yours. I seek another place.” (Bu oda artık senin olsun. Ben kendime başka yer arıyorum.) diyerek bitirir şiiri. Kendimize ait odalara her gün zorla girilen, bin bir güçlükle inşa ettiğimiz “kendiliğimiz”e ancak o oda işgal edildiği sürece izin verilen dünyada yazmak, aynı anda hem uzlaşmak hem aykırı kalmak, hem birey olmak hem de birey olurken toplumun bir parçası olarak kalmayı başarmak demek. Yazma cesareti, acıyı karşılayabilme cesaretinden ayrı düşünülemeyecek türden bir cesaret.

Aslı Erdoğan bir hücrede tutuklu olsun ya da olmasın zaten “fildişi kuyu”dan yazan, yatayda nasıl şartlar içinde olursa olsun zaten dikeyde acı çeken, o acıyı evcil bir hayvan gibi ehlileştirip her an iliklerinde, omurgasında taşıyan, her nerede olursa olsun zaten kendi hücresinde yaşayan ve bunun son derece ayırdında bir yazar. Yaşamakla bağ kurduğumuz her yerden canımız yandığında başlıyoruz yaratmaya; ama yine de yaşıyoruz, yine de yaratıyoruz inatla. Kütük gibi düşmek değil de, fidan gibi, her eğrildiğimizde yeniden, yeniden doğrulmak gibi bir şey yazarak var olmak; ve yazmanın bizzat kendisi o doğrulma. Ben evimin her zaman sessiz, yalnız salonunda, Aslı Erdoğan şimdi hücresinde, Edna St. Vincent Millay yaşadığımız zamanın ötesinde bir odada; ve birbirimizi okudukça, zamanın, mekanın ötesinde bir bağ kuruyoruz bu odalar arasında.

Gazeteci Samet Akten’in söylediği gibi, “Hepimiz tutuksuz yargılanıyoruz. Bazılarımız tutuklanıyor”. Tutuksuz yargılandığımız acılı dünyaya en kısa zamanda geri dönmenizi diliyorum Aslı. İçten sevgilerimle…





15.10.2016
Nihan Kaya


 

News&Reviews Biography Books Photos About     Contact Home Page
Design by medyanomi