Beyaz bir direniştir
Kimi yazar arkadaşlarım bana “beyaz yapraktan” korktuklarını söylerler. Itiraf edeyim: ben de zaman zaman korkarım “beyaz yapraktan”.
Fakat “kara yapraktan” daha çok korktuğumu söylemeliyim, o daha korkutucudur. Daha açık söylemem gerekirse: kara çizgiler, kara bantlar, karalamalar beni daha çok korkutur. Evimde cepheden gönderilmiş bir kartpostal var.
Birinci Dünya Savaşı esnasında yazılmış, bir yardım çağrısı!
Kartpostalın üzerinde yazılanlar okunamıyor. Kara, kalın bir çizgi çekilmiş el yazısının üzerine. Kara, kalın çizginin üzerine kocaman bir mühür basılmış: “Sansürlenmiştir”
Bu yüzden hep korkarım kara, kalın çizgilerden, çünkü yazıyı okuyamasam da orada neler olduğunu ve bu yüzden gelecekte neler olabileceğini biliyorum.
Başkasının “vekili olmak” ve “başkasını susturmak” arasında anca bir kedinin zıplayabildişi kadar mesafe vardır. Öngörülemeyen, sağı solu belirsiz, yabani bir kedinin arkasında bıraktığı bir mesafedir bu. Bir canavarın mesafesi dememiz mümkün mü? Bu bizim kendi yarattığımız bir cavanavar olabilir mi?
Başkasının “vekili olmak” ve “başkasını susturmak” arasında bir “an” gizlidir. O “an” içinde bir “pençe darbesi” gizlidir. Ölen yaşamıyordur artık. Ya öldüren? O doyumsuzdur, hevesi için yok etmeye meyillidir.
Yazı aşağıdadır.
Bu doyumsuz canavarları “beyaz kağıtlar” ile besliyoruz.
Bazen “beyaz kağıtlar” dağıtıyorum.
“Iyi bakın” diyorum, “bu beyaz kağıdın üzerinde umut var, özgürlük var, hayat var!”
“Ben bunları okuyamıyorum ama” diye itiraz edenler oluyor.
“Evet” deyip ekliyorum:
“Kelimeleri sen yazacaksın, ama ellerinden çok gözlerinle yazacaksın kelimeleri, gözlerinle yazdığını unutman imkansiz çünkü!”
Bazen o gözleri görüyorum, dediklerimi anlayan gözleri.
“Gidin” diyorum onlara.
“Gidin ve her tarafa “beyaz kağıtlar” dağıtın.”
|