Sevgili Aslı
Biz şahsen seninle hiç tanışmadık. Ama ben seni çok eskilerden biliyorum, okuyucun ve okuldaşın olarak. Bir süredir bir şey yapmalıyım deyip yapamamanın çaresizliği var içimde. Hiç olmazsa mektup yazmalıyım ona, diye tekrarlıyorum kendi kendime. En azından bunu borçluyum Aslı’ya ve onun kalbine tutunanlara. “Dayanışmak” zor zamanlarda yaraya en iyi merhem değil midir?
Birkaç gündür bende olan kitaplarını, yazılarını gözden geçiriyorum. Seni ilk defa ne zaman tanıdığımı hatırlamaya çalıştım evvelsi gün. Zaman çabuk geçiyor. Yıllar geçtikçe anılar birbirine karışıyor.
İlk önce “Tahta Kuşlar” geldi aklıma, sen kanatlarını iki yana açmış tahta bir kuş olarak beliriyorsun zihnimde. Ama yoo, ondan önceydi tanışıklığımız. Hikayedeki Aslı’dan çok önce biliyordum ben seni. Gittiğim fakültenin loş koridorlarında başarılı bir bilim kadını olarak fısıldanmıştı adın kulağıma.
İkinci karşılaşma ondan birkaç yıl sonra olmalı. Çaresizlikle kollarını uçmaya açmış o kadınla karşılaşınca allak bullak olduğumu hatırlıyorum. Çünkü o tahta kuşlardan biriydim ben de.
Bu ikinci karşılaşmadan sonra iyi okurlarından biri oldum. En iyi okurun olduğunu iddia edemem belki ama benim içimdeki binlerce kadından birinin sen olmasına sebep olacak kadar yazdıklarını okuduğumu itiraf edebilirim:
Savaşlarla kana bulanmış dünyaya uzun bir ağıt cümlesi yakan, yaşı üç bin, belki de dört bine varmış, acıdan buruşmuş yaşlı bir kadın var artık içimde.
Yüzü yarısından yaralı bütün kadınlar adına hiç susmayan bir kadın var artık içimde.
İşkenceye, şiddete, acıya, içimizdeki katillere ve kurbanlara uzun sessiz bir yakarışla başkaldıran bir kadın var artık içimde.
Lime lime edilmiş yüreğini her gece onaran, yeniden kanayacağını bile bile her sabah bıkmadan yeniden açan bir kadın var artık içimde.
Çocukken okulun arkasında bir bahçe vardı. Biz çocuklar güzel bahar günlerinde o bahçede top oynar, ip atlardık. Bahçe her bahar papatya kokardı. Bir gün bir arkadaşım o papatyalardan birini koparıp saçına taktı. Oyunun sonunda papatya boynunu bükmüş,solmuştu. Papatyanın ölümüne o kadar üzüldüm ki eve gelip onu neden öldürdü ki diye saatlerce ağladım. Çocuktum. Üzerinden çok zaman geçti. Ama ben ne zaman bir
gazetenin köşesinde veya bir kitabın sayfalarında seninle karşılaşsam papatyaya ağlayan o küçük kız çocuğunu hatırlarım. O çocuk tüm ölümlere, işkencelere, ezilenlere, faili meçhullere bakıp böyle olmamalı, diye haykırır. Ve geçmişteki o küçük çocuğun gözleri karşıma dikilir bir anda.
Unutma, diye fısıldar.
Unutma Erdal’ı, Ali’yi, Ceylan’ı, Berkin’i, Hande’yi ve bütün kimsesizleri…
Unutma!
Unutma!
Sadece barış istediğin için oradasın, senin deyiminle yutulması zor lokmaları, vicdanımızda ağırlık yapanları yazdığın için.
İçimize binlerce ayna tutuyorsun.
Kimimiz dayanamayıp çoktan başımızı çevirdik.
Dayananlar şimdi buradayız.
Seninle.
Uzun bir yolculuk bu.
Yol çetin.
Rüzgarlar sert.
Kaçımız varır o limana bilinmez.
Ama mutlaka varacağız.
O zaman işte,
Küllerimizden yeniden yeniden doğacağız.
“BARIŞ”ı getirmek için ülkesine.
İçeridekilere selam söyle Aslı.
Seni bekliyoruz.
Sevgi ile.
|