Haberler
Haber Kaynağı Seç

 

Delirmiş bir toplumun güncesi

Sevgili Aslı, elimde Bir Delinin Güncesi var. Kitabın 115’inci sayfasında, Tecrit’i anlatıyorsun. “Kapatılmak,” diyorsun, “şiddetin en uç noktası. Yalnızca dört duvar arasına konmak değil, anlamı çok daha öte, geçmişinden, çevrenden, sevdiklerinden, ‘benim’ diyebileceğin her şeyden koparılmak demek. Benliğini oluşturan her şeyin engellenip kısıtlanması, geleceğinin bile kuşatılması demek.”

Devlet şiddetini sende deniyor şimdi. Gördüğüm kadarıyla güçlü ve dirençlisin. Doğruları dile getiren, hak, adalet ve eşitlik arayan her politik tutuklu gibi başın dik. Biz dışarıdakiler biraz utanç içindeyiz. Sen içeride, biz dışarıda. Ama yine senin dediğin gibi, Türkiye’nin kocaman bir hapishaneye dönüştüğü şu günlerde hangimiz kendimizi özgür hissedebiliriz ki?

Bugün toplum olarak çok ağır bir psikolojik işkenceye maruz bırakıldığımızı düşünüyorum. Bu psikolojik işkence, iyi, ilkeli ve ahlaklı olanın kötü, ahlaksız ve ilkesiz olan tarafından güç ve baskıyla sindirildiği bir süreç. Biz bunu daha önce de yaşadık. Bugünkü gayriahlaki ve gayrihukuki süreç, darbe mağdurluğundan faşizm çıkartan bir iktidar eliti ve onların her köşeyi sarmış medyası tarafından yürütülüyor. Darbeye karşı mücadele söylemiyle meşrulaştırılan olağanüstü hal hukuku, “önümüze gelene yüz tekme” şiarıyla tüm muhalif kesimleri düşmanlaştırarak kamusal alandan temizlemek için kullanılıyor.

Temizlik, onların politik manevralarında sık kullandıkları bir sözcük, bilirsin. Nasıl karmaşık bir bilinçaltından kaynaklandığını bilmiyorum, ama bu temizlik takıntısının altında arınamamakla, kendi pisliklerinden tiksinmeyle alakalı bir sorun olduğunu tahmin ediyorum. Elinize kir bulaşmışsa, önce kendinizi temizlemeniz gerekir; ama bazılarının kirlenmeye karşı geliştirdiği yöntem temiz olana da kir bulaştırmak. Buna politikada çürüme deniyor sanırım.

Bence 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bu ülke toptan bir delilik haline girdi. Demokratik ve legal seçimlerin iptal edilip, yerine iktidarın istediği yeni bir meclis aritmetiği kuruluncaya kadar gelinen noktada ülkede yaşanan şiddet akıl almaz boyuttaydı. Diyarbakır, Suruç, Ankara… Korku politikalarıyla alevlenen şiddetin masum sivillere yaşattığı fiziksel ve psikolojik terör, siyasi tarihimizde görülmedik boyutta bir kırılma ve bezginlik yarattı. Korkunun egemenliğinde, bir kez daha sandığa sürükledikleri seçmenin “düzeltilmiş” oylarıyla yeniden tek başlarına iktidara geldiler; ama bu sonuç da onlara yetmedi. 15 Temmuz’da gerçekleşen ve gerçek arka planını hâlâ tam çözemediğimiz darbe girişiminden sonra ise Türkiye’de korku politikaları tavan yaptı. İktidar bir gün demokratik yollarla gücünü kaybedeceğini gördüğünden beri, kendi korkusunu bir politika biçimi olarak tüm topluma pompalayarak varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Korku politikaları psikolojik işkencedir. Bir toplumda korku politikaları sistematik hal almışsa, şiddet kurumsallaşmış demektir. Muhaliflerin sistematik olarak marjinalleştirilmesi, farklı görüşteki herkesin terörist ilan edilmesi toplumu böler, birbirine karşı güvensiz insanlar topluluğu haline getirir. Güvensizlik insanları gerer. Her daim huzursuz eder. Uykusuz bırakır. Kaygıları arttırır ve geleceğe dönük umutları yok eder. Biz bunları yaşıyoruz dışarıda.

Sen ve senin gibi politik tutuklular kim bilir ne tür fiziksel ve ruhsal baskı ve şiddete maruz kalıyorsunuz. Dışarıdakiler ise kendilerine yaşatılan korku politikalarıyla pasifize edilmiş. Adına yüzde elli denilen bir güruh evlerinde bıçaklarını bilemekle meşgul. Emir geldiği anda sokağa dökülmek için hazır. “İdam!”, “Kan!”, “Öç!”… Korkan ve korkutan olarak ikiye böldükleri toplumun bir kısmı potansiyel fail, diğer bölümü potansiyel maktul. Kendi potansiyel faillerine cezasızlık ve dokunulmazlık garantisi var. Toplumu bu derece düşmanlaştırmak da psikolojik şiddetin bir diğer boyutu; sağlıklı bireyi delirten bir şey. Bazıları bu psikolojik işkenceye işkence demeyebilir. Ama bu durum hepimize, tüm topluma, ama özellikle de muhaliflere yaşatılan psikolojik şiddetin ve işkencenin var olduğu gerçeğini değiştirmez.

Sevgili Aslı, senin biz dışarıdakilere ibret olsun diye “kapatılan” bir politik tutuklu olduğunu dünya âlem biliyor. Seni o cezaevine kapatanlar da bal gibi biliyorlar ki, bir gün sen özgür ve onurlu bir insan olarak çıkacaksın ve sana yaşattıkları haksızlıklar için hepsinden hesap soracaksın. Çıkana kadar kendine çok iyi bak. Nasıl olabilirse artık. Havalar soğuyor, içerisi serindir elbet. Üşüdüğün için cezaevinden talep ettiğin hırkanın hikâyesini öğrendim. Alt tarafı bir hırka için 15 gündür cezaevi yönetimiyle mücadele ediyormuşsun. Aslı bunlar gerçekten delirmiş. Soğukta üşüyen bir tutukluya, hem de haksız yere cezaevinde tutulan bir yazara, sırtına geçireceği bir hırkayı bile vermekten aciz bir devletten söz ediyoruz. Bu da aslında ne kadar güçsüz olduklarının bir göstergesi ve her fırsatta zayıflıklarını ele veriyorlar. İçeride üşüyen tüm politik tutuklulara selam olsun. Dışarısı bildiğin gibi. Seni sıcak kalbimle kucaklıyorum sevgili kardeşim.

17.10.2016
TÜRKİYE
Esra Arsan


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi