Haberler
Haber Kaynağı Seç

 

Söz

Yazı, aslı gibi değildir. Yazar, aslında ‘gibi’nin göz hapsinde yazar. Burada volta atar. Bir yazarın hak ettiği yegane hapishane, bu hakikatsiz yazı evinde, gönüllü hapisliktir.

Hakikat, tamamen aslı gibidir. Hapishane bütün soğukluğuyla hapishanedir. Savaş bütün sıcaklığıyla savaş. Bu hakikati en iyi, hala öldürülmemişse, yaşayan yazıya dökebilir.

Geride kalanlaraysa, söz kalır. Her durumda hakikati söylemeye söz vermek kalır. Coşkuyla, sevinçle, cesaretle, çoğalarak, iyileşerek, iyileştirerek söylemek…

Esasen ağıt olup şen bir şarkı gibi söylenen bir ihtimal daha vardır, o da sessizce beklemektir. İtaat için istikrar, bu şarkı ile sağlanır. Koro ile söylenen nakaratı, reklam jingle’ı kadar yapışkandır, sürekli dile dolanır, aklı hızla, kalbi usul usul yavaşlatır.

Bu şarkıyla piyasaların hareketsizliği, barış isterken öldürülmüş insanların hareketsizliğinden daha ürkütücü gelebilir kulağa. Zira kulak inşaat gürültüsünden, “icraatın içinden”, savaş gümbürtüsünden dermansızdır. Hakikat’in yeri kulak arkasıdır.

Hakikati kulak arkası etmeyip dillendireni neyin beklediğini biliyoruz. Tarihte kanla yazılı çok örnek var. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” atasözüyle kovalana kovalana büyümüş, çok çocuk var.

Dillendiren de biliyor. Sonunda işsizlik, hapislik, en iyisiyle gaz, cop, en kötüsüyle ölüm var. Ama hakikat, çok eski zamanlardan beri, teh karşısında söylendiğinde hakikatini buluyor. Michel Foucault’un Antik Yunan’dan çekip çıkardığı o eski sözcük “Parrhesia – ya da hakikati söyleme konusundaki dürüstlük”, bunu söylüyor:

“ … Parrhesia teh karşısındaki cesaretle ilintilidir ve belli bir tehye rağmen hakikate sahip olunmasını talep eder. Ve hakikati söylemek, en uç biçimiyle yaşam ve ölüm oyunun bir parçası sayılır.”

Yazıyı yaratan Tanrı, oyunu yaratanla birdir. Tanrı Thoth’un şifalı olduğu kadar zehirli kollarında, ölse de gam yemez yazar. Hakikatteyse, kimsenin hayatı oyun değildir, ölüler dirilmez.

Ölüm oyunun bir parçası olsa da, hakikat söylenirken düşünülen ölüm değil, en önce yaşamdır, özgürce yaşamaktır.

Barış getirmek için şehirlerinde savaş çıkarılmış çocuklar, panzerlere atacakları taşları büyük bir yaşam sevinciyle ellerine alırlar. Yazar titizlikle gizlenen hakikatleri ölümden ziyade özgür bir yaşamı düşündüğünden bunca korkusuzca yazar. Proje olmayı reddeden lise öğrencisi, okulunu sarmış polislerin karşısına çıktığında aklında onların istedikleri gibi değil, kendi istediği gibi yaşamak vardır. Toprağında HES istemeyip, jandarma’nın üzerine üzerine yürüyebilen ihtiyarların korkusuzluğunda derenin çağıltısı vardır… Bu üç noktada bekleyen gücül kalabalıktır her şeye rağmen yaşamamızı sağlayan, o şenlikli hakikattir.

Ve yazar olsun olmasın, son mahkemede, yazıyı yaratan tanrı Thoth’un karşısındadır bütün ölüler. Adalet ve doğruluk tanrıçası Maat’ın terazisinin başını Thoth ve dişisi Seshat (Yazan kadın) bekler. Terazinin bir kefesinde Maat’ın tüy kadar hafif adalet ve doğruluğu vardır. Diğer kesesinde, ölünün tartılmayı bekleyen kalbi ve ruhu.



29.10.2016
TÜRKİYE
Berrin Karakaş


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi