Köşe Yazıları

Cevahir Cephesi / 6.5.2014
’Tam burasıydı’ diyor, ’dönüp durup aynı yere çıktık. Üç saat geçti.’ Şaşırarak yol arkadaşıma bakıyorum, yön duygumu da, zaman duygumu da yitirmişim. Semtin kuleleri sadece isimleriyle tanıdık, bir bütüne oturmuyor. ’Saat bire geliyor!’ Sabah alacakaranlığı daha dağılmamış sanki, bir kehanet gibi kentin üzerinde asılı duruyor, ertelendikçe ertelenen günü sise buluyor. Yoğun, yapış yapış, çıkışsız bir sis, gaz bulutlarıyla, yangın alevleriyle daha da koyulaşıyor.

Ufak tefek ’yoldaşım’, beyaz gömlek, siyah dar etek giymiş, ne fuları, ne de maskesi var onu gazdan koruyacak, ama topuksuz babetleri sayesinde koşar adım yürüyebiliyor. Gözleri, yüzü kıpkırmızı, rimeli akıyor.İkide bir patronu arıyor, neden hala dükkanı açamadığını soruyor. Tanışacak, birbirimize adımızı söyleyecek sakin bir an olmamış saatlerdir. Mecidiyeköy’de, anacaddeye açılan sokakta polis barikatıyla karşılaştığımda, daha sekiz buçuktu. Öyle şaşırdım ki, gülmüşüm! El yordamıyla bir geçit, tek cüsselik bir aralık bulma umuduyla, gidebildiğim tek yöne, arka yollardan Şişli’ye doğru yürümeye başlamıştım. Labirentimsi sokaklarda bir aşağı, bir yukarı gidip gelen, sağı solu, bahçeleri, pasajları deneyen, kafese kapatılmışçasına dört dönen yüzlerce kişiyle birlikte. Bütün kapıların kilitlendiğine, bütün çıkışların kapandığına bir türlü inanamayan acemi mahkumlar gibi. Dev bir ıskatayla vurulmuşçasına ansızın dağılan, nereden geldiği belli olmayan gazın içinde koşuşan, düşen, yolunu, yakınını yitiren, ne yöne giderse gitsin, barikatla, tomayla karşılaşan, sayılamayacak denli çok kalabalıkların arasında. Yol arkadaşımla yoğun bir gaz bulutunun içinde yan yana kalmış, yan yana kaçmıştık.

Şişli’de, aşılmaz bir çelik duvara dönüşmüş dört yol ağzında tekrar karşılaştık. Maskelerini takan, coplarını sallayan sayılamayacak denli çok polisin, bize, ışıkta kalakalmış üç—beş kişiye doğru hareketlenen tomaların karşısında. Ondan beri birlikte yürüyorduk. Yılankavi yollar, kestirmeler, çıkmazlar, çer çöp içindeki kaldırımlar boyunca, duvarlar, barikatlar, parklar, otoyollar, üstgeçitler boyunca. Dört yönden yükselen, kapanan, yakınlaşan görünür görünmez parmaklıklar boyunca. Sanki ebediyen tutsak düşmüşüz bu uzun yürüyüşe, hiçbir yere varmayan bu gidişe, çemberler çizen, toz ve duman içindeki uğultulu yola. Taştan ve demirden örülmüş, kalabalık bir Araf’ın, kilitli odalara açılan koridorlarına mahkum olmuşuz. Adliyenin etrafından dönüyor, bir, iki, üç kez otoyolu geçiyor, tek sıra olmuş sürgün kafilelerine katılıyoruz: ’Yağmur yağsa da, gaz dağılsa!’ ’İyi ki üst geçitten geçmedik, bak orası da karıştı!’ ’Adliyenin orada çatışma başladı!’ ’Artık dönemeyiz!’ ’Bu bulut?’ ’Okmeydanı.

Çok seyrek konuşuyoruz. Cevahir’e ulaşmaya çalışan iki yalnız kadın değil de, cephe gerisine düşmüş iki askeriz sanki. Gürleyen gaz silahları bu akıldışı savaş atmosferini daha da pekiştiriyor. Köprüden atlamayı, mezarlık duvarlarına tırmanmayı bile düşlüyoruz!

İnsanlar, insanlar. Yol kenarında, taşıtların arasında, geçit diplerinde. Güçten düşen bir kenara çöküveriyor. Yırtılmış flamalar, terk edilmiş bayraklar, yırtık maskelerle ezilmiş limonlar, paslı çiviler gibi sağa sola, otlara, asfalta saçılmış insanlar. Herkes kendi külrengi, berbat yalnızlığında, bunca çaresizliğimize bir tanık dahi istemiyoruz. Tek adım atacak halim kalmayınca, polislerle sendikacıların birlikte tuvalet kuyruğuna girdiği, hıncahınç bir çay bahçesinde ayrılıyorum yoldaşımdan. Çabucak, vedalaşmadan, ismini sormadan.

Sonra tekrar, tekrar deniyorum. Belki sonuna dek yürümek için bu çaresizlik duygumun, belki geriye dönemediğimden. İki gazeteci arkadaşın yardımıyla DİSK’e varıyor, ilk çatışma da onları da gözden kaybediyorum. İçeriye gaz dolan bir merdiven boşluğu, aşağılara, yukarılara koşan gencecik kızlar, zombilere dönmüş gözlerimiz, bacağından gaz fişeğiyle vurulmuş bir yaralı, astım nöbeti geçiren bir başkası. ’Kapatın kapıyı!’, ’mendiliniz var mı?’ ’suyu olan var mı?’ ’aranızda doktor var mı’, ’gözaltı yapacaklar.’ Çok dayanamıyor, boyunluğumu takıp fişekler arasında koşuyor, koşuyorum. Kimbilir hangi suçlulukla, iki saat sonra aynı sokağa döndüğümde — kilometrelerce yol, yokuşlar, polislere laf anlatmalar, titreyen dizlerle yanlarından geçtiğim eli sopalılardan sonra — sokağı boydan boya cam kırıkları ve gaz fişekleriyle kaplanmış bulacağım. Sayılamayacak denli çok gaz fişeği ve polis, bir de, kan izleri.

1 Mayıs İşçi Bayramımız kutlu olsun, hepimize geçmiş olsun!


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi