Köşe Yazıları

Bir insanlık koridoru, sessizce... / 15.10.2014
“Maske takmak yasaklanacakmış!” Yolda kulağıma çalınan, siyasi bir kara komedinin, ‘absürd’ bir oyunun açılışını andıran bu cümle, yeni polis yasasıyla ilgiliymiş! Maskeleri ustaca kullanan, her kavramı bir çırpıda takılıp çıkarılan birer maskeye dönüştüren hükümetimiz adına, demokrasi oyunumuz adına anlamlı bir final! Kürtler söz konusu olduğunda, ‘saçma’nın sınırlarının aşılmasına, hak, hukuk, insanlık ve benzerinin rafa kaldırılmasına alıştık. Makineli tüfek takılabilen düzinelerce TOMA’nın ısmarlanmasına, bir gösteriye katılmaya 10 yıl ceza biçilmesine, yedi—sekiz bin kişi tutuklanırken, şiddetin asıl nedeni şiddet karşıtı söylemlerdir, tarzı yazılara... Şiddetin asıl nedeninin, onu doğuran ve büyüten, tekeline isteyen devlet, gerçekliği ve onu kuşatan haleleriyle, aygıtları ve içselleştirilmesiyle devlet olduğunu yinelemenin anlamı var mı? Bu ülkede devlet eliyle kurşunlananlar suçlu ilan edildiği sürece...

Evet.

Bir köşe yazarının kabusu: Geçen hafta, yazımı yolladıktan birkaç saat sonra olaylar patladı, yedi gün içinde ateş sönse de, duman dağılmadı. Onlarca ölüm, yüzlerce yaralı... Kurşunları kimin sıktığı, kayıplara ne olduğu gibi hayati sorular henüz yanıtlanmadı. Okmeydanı’ndan yükselen dumanları gördüğümde, bizi de yalayan savaş alevlerini ilk hissedişimde çaresizce ağladığımı yazarken, utanmalı mıyım?

Patlama, adı üstünde, kestirilemeyen, denetimden çıkan, bütünüyle çözümlenemeyecek bir durum, mesele tasvip etmek ya da lanetlemek meselesi olmadığı gibi, ‘kime ne faydası oldu’ gibi sorular da anlamsız. İnsan türü, bazen bir sınırı aşar, her türlü kar—zarar hesabının ötesine, kutsal kabul edilen değerlerin ötesine atlar, içinde kendini bile tanıyamayacağı bir varoluşa bürünür. Yok oluşa, bir özgürleşme anı gibi yaşanan hiçliğe, her şeyi hiçleştiren alevlere doğru atılır. Bireyler de topluluklar da... Kürtlerin bugün yaşadığı hayal kırıklığının derinliğini tasavvur edebilmek için, büyük fedakarlıklarla sürdürmeye çalıştıkları barış sürecinin ve Rojava’nın canlı tuttuğu umutları anlamalı. Şeriat korkusuyla sokağa çıkanların, ilk tepki olarak cihatçılarla saf tutmalarına gelince... Ellerinde olduğunu düşündükleri iktidarın, yalnızca devletin değil, bin güçlükle bir arada tutulan bir ideolojinin, bir hayat tarzının da ötesinde, ‘vatan’ kavramıyla kast edilen, özdeşleştirilen her şeyin kayıp gitmesinin yol açtığı kaygının yer, biçim, hedef değiştirmesi. Devlet, olağanüstü halden yargısız infaza, olağan refleksleriyle tepki verip 90’lara dönme niyetini gösterse de Kürtlerin bugün ulaştığı siyasi bilinç ve örgütlülüğün buna izin vermeyeceğini düşünüyorum. Siyaset, entelektüel bir çaba, bir güç gösterisi değil, bir varoluş mücadelesi; barış, romantik bir kavram değil, geleceğe açılan kapı... Daha apolitik görünen ‘batıda’ ise, hem kendinin, hem ötekinin hakkını talep eden, bu talebi siyasi düzleme taşımakta tıkandığında, yeni bir dil ,söylem kurmaya çalışan milyonlar var. STK’lere, protestolara, internete, Berkin Elvan’ın cenazesine bir bakın! Devletin zorbalığına direnecek milyonlarca kişiyiz ve GEZİ’de, yan yana durabileceğimizi, ortak bir düşmana karşı değil, ortak baskıya karşı yan yana durabileceğimizi gördük, gösterdik.

Kobanê için yazdığım acil çağrı metninden birkaç cümle alıntılıyor, herkesi Kobanê’ye doğru yola çıkmaya çağırıyorum.

Kobanê. Görüş ayrılıkları, siyasi, kişisel çatışmalar hiç bitmez, tek sözcük üzerinden yıllarca tartışabiliriz. Ama şimdi kuşatılmış durumdayız. Türk—Kürt, Alevi—Sünni, İslamcı—laik gibi bize dayatılmış ayrımları, kurgulanmış sınırları aşmadan, bir süreliğine bile olsa yan yana durmadan bu çemberi kıramayız. KOBANÊ‘YE BİR KORİDOR AÇALIM. Tek başımıza, tekil vicdanlar olarak, dikenli tellere doğru sessizce yürüyelim. Gerçek ya da temsili olarak, Kobanê’ye yola çıkalım.



 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi