Köşe Yazıları

Artık Sessizlik bile Senin Değil / 22.4.2016
‘’Zarlar yere çarptığı zaman, kavga zırha çarptığı zaman, gözler yabancıyı tanıyıp sevgi kuruduğu zaman, sönen ruhlarda… Çevrene bakıp her yerde biçilmiş ayaklar, her yerde ölü eller, her yerde sönük gözler gördüğün zaman… Artık kendin için istediğin ölümü bile seçemediğin zaman…’’ (YorgoSeferis, Cevat Çapan çevirisi)

Yoksa bu bizim zamanız mı? Biçilmiş, yakılmış, kül torbalarına sığdırılmış gövdeler, sağa sola saçılmış, birbirine karışmış ayaklar, bacaklar, uzuvlar, son, mutlak bir sarılışla birbirine dolanmış kollar, sahipsiz, ölü eller… Paramparça insan bedenleri, paramparça insan ruhları… Ölülerden daha ölü gözler… Nefretin, iktidar tutkusunun delik deşik ettiği, kevgire çevirdiği sözcükler… Hakikaten ‘bizim zamanız’ mı bu içinden geçtiğimiz günler?‘’Hakkın olan büyük bir çığlık’’ diye devam eder şiir, duyamadığın, duyamayacağın bir çığlık… Şöyle sonlanır:

‘’Artık sessizlik bile senin değil, değirmen taşlarının dönmez olduğu bu yerde’’
Yalın, kişisel, basit: Suç ortağı olmak istemiyorum. Beyaz bayraklarına tutunmuş, yıkıntılardan çıkmaya çalışan kadın, çocuk ve yaşlılara açılan yaylım ateşine ortak olmak istemiyorum. Bir bodrumda bulunmuş, on iki yaşlarında bir çocuğa ait, bütünüyle yanmış çene kemiğine suç ortağı olmak istemiyorum. ‘Bu senin baban,’ diyerek teslim edilen ‘beş kilo kadar et ve kemiğe’, ‘bu senin çocuğun,’ diye teslim edilen bir torba küle de… ‘Bir kemik de olsa razıyım,’ diyerek haftalarca hastanelerin önünde bekleyen bir anneye karşı işlenen korkunç suça da… İnsanların öldürülmesine de, sözcüklerin yani hakikatın öldürülmesine de suç ortağı olmak istemiyorum.
**

Gücümü aşan sorunlar yüzünden yazımı gününde yollayamadım. Gecikmiş de olsa, kısa da olsa, başkalarına ait yeri çalma pahasına da olsa, bu hafta ısrarla yazmak istedim. 22 Nisan, düşünce ve ifade özgürlüğü (hızla ironik tamlamalara dönüştürülen tamlamalar!) için, en hafif deyişle, ‘kritik’ bir gün. Can Dündar’ın ve tutuklu yargılanan dört akademisyenin duruşması aynı gün, Çağlayan Adliye’sinde… Adliyeler sevimsiz, karanlık yerlerdir, aslında içinden hiç çıkamadığımız devasa cezaeviyle yüzleştirirler bizi, her kefesi haksızlıkla ağırlaşmış teraziyle…Ama bir de arkadan, mahkum kapısından girenler için… Dünyanın karanlığı en belirgin biçimde o yolda bastırır…Baskı ve karanlık arttıkça, mecburuz dayanışmayı öğrenmeye… Meral Camcı’nın 1 Nisan’da cezaevinden yolladığı cümlelerle bitireyim. ‘’Siz dışardan, biz içerden zorlamaya devam! Görünen o ki, oldukça uzun zaman sürecek, tuğla tuğla ilerleyeceğiz. Barış, eşitlik ve özgürlük bizim için, tüm emek ve demokrasi güçleri için, halklar için birer talep olmaktan çıkıp hakikatimiz haline gelecek. Dışarıda da, içeride de yalnız değiliz.

Dayanışmayla,sevgiyle…’’













 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi