Köşe Yazıları

Bir duvarın dibinde / 22.7.2016
Gerçekten kağıt toplayıcısı mıydı, yoksa ima ettiği gibi sivil polis miydi, bilemem. ‘’Hayatımıkurtardığını’’söyledim defalarca, işitebilmek için söylüyor, böylece
geceden bir çıkışkapısı, parolası arıyorum. Onu –geceyi— kişisel, geçmiş zamanda anlatılan bir hikayeye dönüştürüyor, noktalama işaretlerinin arasına yerleştiriyorum. Elbet teşekkür bile etmedim.

’’Abla, yat! Yat! YAT!’’ Var gücüyle bağırıyor, uzun namluluların gürültüsünü bastırmaya çalışarak, duvarı işaret ediyor. ‘’Kaldırma başını!’’

15 Temmuz gecesi, Harbiye Orduevinin önü. Az ötede, radyoda, korkunç bir çatışma sürüyor saatlerdir, ambulanslar durmadan yaralı taşıyor, ölüler var. Orduevi çevresinde konuşlanmış keskin nişancılar, caddeden kimsenin geçmesine izin vermiyor. Karşı kaldırımda hemen hemen iki yüz kişi, arada bir sloganlarla, tekbirlerle ayağa kalkıp harekete geçmeyi deniyor, ateş başlıyor, tekrar taşlara yatıyor… Cephede değil, şehrin geniş, havadar ana caddelerinden birindeyiz, siper alacak yer yok, bunca cam, teneke, plastik savaştan korumuyor. ‘’Bizim taraf daha güvenli,’’ demişti kağıt toplayıcısı az önce, keskin nişancılar karanlığa sığınmış üç beş kişiyi fark etmeden önce…

‘’Eve vardım, darbe olmuş. Ben iyiyim,’’ mesajı çekip dışarı çıkarken Mecidiyeköy’e bir göz atmaktı niyetim. Gecenin ilk yol ayrımında, polis nazikçe geçmeme izin vermeseydi,üstelemez, arka sokakları denemezdim Sokaklar henüz kalabalık da değil, ıssız da… İlk çağrıya uymuş, yay gibi gergin topluluklar, çok ender slogan atarak öbek öbek Taksim’e ilerliyor. ATM’lerin, fırınların önünde küçük kuyruklar, itfaiyenin rengarenk, sirenli geçit töreni… Tek bir asker yok görünürde, 12 Eylül’e hiç benzemiyor, ama Gezi ruhunu da hatırlatmıyor. Çok daha belirsiz, tekinsiz… Işıkların kısıldığı, gürültüler patırtılar arasında dekorun değiştirildiği bir tiyatrodahissediyorum kendimi.Sanki bu gece sınırlarından taşacak, uç noktalara taşınacak, kendinin gösterişli, beceriksiz bir taklidine dönüşene dek....

Giderek büyüyen, kenetlenen kitle, Osmanbey’de duraksıyor. İlk silah sesleri, karmaşa, panik… Kimi ters yöne koşuyor, kimi ara sokaklara… Askerin ateş açtığı haberi hızla yayılıyor. Bir kavşakta karşılaşıyor, hemen konuşmaya başlıyoruz. Tesettürlü, bayraklı genç bir kadın, yanındakilerin onaylamayan –güvenmedikleri herhalde benim, mavi elbiseli, suskun kadın— bakışlarına rağmen anlatıyor: ‘’Akrepten ateş açtı askerler… Tam önümde biri yürüyordu, alnından vuruldu. Bir baktım, yanımda da biri bacağından vurulmuş.’’ Koskocaman olmuş gözlerini zor sığdırdığıyüzünde kederli bir alev dolanıyor: ‘’ÖLDÜ… Herhalde… Alnından vurulan biri ölür, değil mi!?’’ İster istemez çığlık atıyor, iyice şiddetlenen silah seslerine doğru sürükleniyorum, rüzgara kapılmış dümensiz bir tekne gibi. Piyade tüfeklerinin korkunç gürültüsü, binalar arasında yankılanıyor.Şimdiden delik deşik edilmiş, kevgire çevrilmiş gibi gece, sanki yaralarında, çukurlarında bir başka karanlık mayalanıyor. Yaylım ateşinin yapışmışçasına bir arada tuttuğu ‘’sınıfsız, imtiyazsız, bütünüyle kaynaşmış’’ kitleye katılıyorum önce. Boy boy Türk bayrakları, kimi kefene sarılırcasına bayrağa sarınıyor… Mustafa Kemal’in askerleri Recep Tayyip’in neferlerine kaptırmış simgelerini. ‘Bu vatan bizim, bu devlet bizim!’ deme sırası onlarda… Kurşunlar yağdıkça topluluğun öfkesi artıyor, akrebin bomboş bıraktığı orduevi tarafına koşuyorum.

Şimdi, bir duvarın dibine sinmiş, iki adamın, muhtemelen iki polisin arasında, başımı eğip kollarımın arasına almış, bekliyorum.

Otomatiklerin salvosuyla galeyana gelmişkitlenin hiddeti arasında… Gerçek olmasına gerçek, ama bir düşteki kadar bile gerçeklik hissi uyandırmayan, içimde hiçbir karşılık bulamayan bir savaşın orta yerinde, sanki dünyanın en uzak, en yabancı köşesinde… Gidememekle kalamamak arasında, iç burkucu bir soru işareti gibi kıvrılmışım. Toprakla taşın, gecenin karanlığıyla insanın karanlığı arasında…
(Bitmedi)



 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi