Köşe Yazıları

Biz aşkı çok sevmiştik / 26.1.1999
Özellikle aradıkları bir fırsat değildi, ama gene de bir fırsattı: Barın, sokağa bakan, küçük ve yalıtılmış bölmesindeki tek masa boştu. Üstelik cumartesi, sinema saati olmasına rağmen.
Beyaz şarap ısmarlayan iki adam, az önce izledikleri filmin çabuk fakat son derece yetkin bir değerlendirmesine girişmişlerdi. Çözümlemeleri derin, zekice, profesyonelceydi, görüşleri tıpatıp birbirine uyuyordu. İkisi de ciddi, kendinden emin insanlardı, özgüvenlerinin bedelini ödediklerine inanırlardı. Sürüden yalıtılmışlığın verdiği ince gurur, farkında olmasalar da, tüm davranışlarına sinmişti.


Uzun boylu, bereli kadın masaya yaklaşırken, kulağına bir cümle çalındı: ”Aşk, sahip olmadığın bir şeyi, var olmayan birine vermektir.” Boş masa kalmamıştı, iki adam, gereken inceliği esirgemeseler de, hoşnutsuzlukla sağa sola bakındılar.
Sert tavırlı, sivri dilli, pek dostu olmayan bir kadındı. (Üçü de yalnız insanlardı, ama erkeklerin yalnızlığı kendi seçimleriymiş gibi dururken, kadınınki ona dayatılmıştı sanki.) Masanın kenarına ilişmiş, ironiyle, göndermelerle sunulan, ezbere bildiği düşünceleri dinliyordu. İkisi de aşk gereksiniminden yıllar önce kurtulmuştu. Artık yalnızca bir temaydı, içi boşaltıldığı için taze formüllerle sunulması gereken, yaratıcılıklarını sınava çeken bir tema.
Canı iyice sıkkındı kadının. Sanki söz birliği etmişçesine, bu gece bardaki bütün kadınlar göz alıcıydılar. Her masa apayrı umutlar, planlar, korkusuz ve ayrıcalıklı insanlarla doluydu. Ve insan sayısı kadar dikkat çekme yöntemi... Buluşacağı kişi gelmemişti. Eski sevgilileriyle oturmak, kendisini baştan çıkarmak için harcadıkları çabanın binde birini bile onu anlamaya ayırmayan parlak zekâlı iki erkeği dinlemek zorundaydı.
”Bence size çılgınlar gibi tutkun sevgilileriniz, ya da istediğiniz an böylelerini bulma garantiniz olmasaydı, aşk üzerine bu kadar atıp tutamazdınız.”


Güç beğenir tavrıyla, önündeki yemeği sanki farkında değilmişçesine yiyen adamın sevgilisi yarı yaşındaydı, ama daha şimdiden onun tam yetkinleşmemiş bir modeliydi. Şişkoluğa, hoppalığa, dar ve kalın kafalılığa hiç gelemezdi adam. Uzun boylu, oldukça yakışıklı olan diğeri flört sanatında bir strateji uzmanıydı. İçini dökebileceği ama görüşlerini kulak ardı edebileceği, uysal kadınları severdi.
Havayı değiştiren ne kadının kışkırtıcı cümlesiydi, ne de onu izleyen ’aşk kim, sen kim!’ atışmaları. Belki şarap, belki de altmışlı yılların şarkılarıydı. Uzun boylu adam ansızın ilk gençlik yıllarına dönüvermişti.
Hayatının en eski, en güçlü, en dokunaklı aşkına...
”Sınıfa girdiği günü unutamam. Okullar açıldıktan iki hafta sonra bizim liseye transfer olmuştu. Ailesi Selanikliydi.
O yüz ancak Boticelli’nin elinden çıkabilirdi. Masum, kırılgan, yaralı...
Adamın sesine hiçbirinin önceden görmediği bir sevecenlik, gelmişti. Yüzü ya çocuklara özgü saf mutlulukla parlıyor, ya da derin bir acı dalgasıyla kaplanıyordu. Belleğin kat kat tülleri aralandıkça, iki yıla yayılmış bir aşk öyküsü, olanca görkemiyle bir yelpaze gibi açılıyordu. Tek bir karşılaşma, mektup, dokunuş atlanmadan...
”Yıllarca, o evlendikten sonra bile, sabahları gözümü açtığımda yüzünü tavanda görürdüm. Ve inanır mısınız, bir kez bile öpüşmemiştik.”
Masaya derin bir sessizlik çöktü. Öteki adam, yeterince uzun, saygılı bir bekleyişten sonra, sabırsızlıkla kendi öyküsüne koyuldu.
”On yedi yaşımdaydım. Kimsenin gözünün yaşına bakmayan bu kentte ilk yılımdı. Kız Lisesi’nin önünde dev bir çınar ağacı vardı....... Yıllar sonra, bir mektup yazdım ona. Yazıp yazabileceğim en içten, en şiddetli metindi. Geri yollamış. Açmadan...”
Masaya yeniden çöken derin, acılı sessizlikten sonra sıra kadındaydı.
”Ne yazık ki hiç platonik aşkım olmadı benim. Gerçekten var olan erkeklere tutuldum ben. Hem de her seferinde daha
derinlemesine severek, daha kusursuzca var ederek... Senin nasıl her filmin —uzun boyluya dönerek— ve senin de her romanın
—ötekine— bir öncekinden yetkinse, benimde her aşkım bir öncekinden kusursuzdu.


”İzninizle, telefon etmeliyim.”
”Neden bu gece anlattıklarını yazmıyorsun? Bence çok sıkı bir öykü.” dedi sinemacı, baş başa kaldıklarında. ”Ben de çoktandır aşk filmi çekmedim.”
İkisi de uzunca bir süre suskunluk içinde şaraplarını yudumladılar. Yeni projelerin heyecanıyla dopdolu, kendi kabuklarına çekilmiş, dış dünyaya perdelerini kapamış...



(Radikal Gazetesi)



 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi