Köşe Yazıları

Alıntılar / 19.8.2011
Bir zamanlar Avrupa’yı fazlasıyla meşgul etmiş bir “Yahudi sorunu” vardı. Bu sorunun çözümü, “nihai çözümü” adına Nazilerin neler yaptığını bugün hepimiz biliyoruz. “Yahudi sorununun” anti—Semitizm sorunsalına kaydırılmasında önemli isimlerden biri Sartre. 1946’da yayımladığı “Anti—Semit ve Yahudi”de çok bilinen bir yorumu alıntılamıştır: “ABD’de bir Siyah sorunu değil, yalnızca bir Beyaz sorunu vardır.” (Anti—Semitizmle savaşmanın öncelikle Yahudi olmayanların görevi olduğunu söylüyordu Sartre, çok tartışılan bu metinde...)

Beyazların bakışının nesnesi olarak Siyah. Neyin görülebileceğini bilen, seçen, denetleyen, hem görünür hem görünmez kılarak, aslında görmezden gelerek “görmek” isteyen, görülmeye tahammülü olmayan Beyaz. 50’li yıllarda ezenin bakışı, Siyah—karşıtı ırkçılık, sömürgecilik, ırkçılığın meşrulaştırdığı sömürü üzerine yazan Sartre’ın çizgisi, defalarca Fanon’la kesişir. “Siyah sorunu diye bir sorun yoktur. Ya da böyle bir sorun varsa bile Beyazları ancak arızi bir biçimde ilgilendirir.” (“Siyah Deri, Beyaz Maskeler”) “İnsan olmak istedim, sadece insan,” diye yazmıştı Franz Fanon. Memphis sağlık işçilerinin grevinin simgesine dönüşen de, siyahi işçilerin taşıdığı yalın bir pankart olmuştu: “BEN BİR İNSANIM” (Kadınların, erkek egemen sistemle ilişkilerinde, sürekli, sessiz çığlığı! İnsan haklarının tanımlandığı yüzyılın de facto ihmallerinden, Beyaz — olmayanlar kadar dışarıda bırakılmış, anlık bir dalgınlıkla unutulmuş kadınlar!) En güçsüz, kamusal alanda en görünmez olanlar, haklarından mahrum bırakılanlar ve susturulanlar, kendilerini iktidarsızlaştıran, susturan ve sömürenlere de “en görünür” olanlardır. “Görünümleri yönlendiren, gerçekliği de yönlendirir”, der Hannah Arendt. Son alıntım Nazi deneyimini yaşamış Arendt’ten: “Eğer bir kişi Yahudi olarak hücuma uğramışsa, kendini bir Yahudi olarak savunmalıdır. Bir Alman, bir dünya vatandaşı, bir insan hakları savunucusu olarak değil.” Bir birey olarak ya da insanlığın bir üyesi olarak kabul edilmek yeterli olmazdı — mümkün olsaydı bile — daha önce ne için reddedildiyse, bir kadın, bir siyahi, bir Yahudi olarak kabul edilmek ister “insan”...

Kürt sorunu: Her gazetede, her siyasi söylevde beliren, tekrarlanan, göze sokulan bir tamlama. Hemen herkesin tepki verdiği, şu ya da bu “çözümü” önerdiği, artık çözülmesinde hemfikir olduğumuz sorun. Benim kullanmaktan olabildiğince kaçındığım bu tamlamada kast edilen, Kürt kökenlilerin yaşadığı ekonomik, sosyal, kültürel sorunların toplamı değil kuşkusuz. Bir etnik grubun üyeliğine ne ölçüde katılacağımız, bu kimliğe ne kadar önem atfedeceğimizi belirlemekte özgür olsaydık, kendi kendimizi tanımlarken maruz kaldığımız sorunları da adlandıran olurduk. Siyah karşıtı ırkçılık derdik sözgelimi, anti—Semitizm, Kürtlere uygulanan ayrımcılık vb... Kürt sorunu kavramının üretilmesi bile, Kürtlerin Kürt kimliğiyle var olmakta ne denli özgür olduklarını sorguluyor. Bakma, görme ve görmeme yetilerini elinde tutan bir öznenin bakışının nesneleri olarak görünür kılınma ve tanımlanma, bu tanıma bağlı kaldığı ölçüde “var olabilme”... Gerçek deneyimin “sorun” sözcüğünün çift yönlü maskesi altında buharlaşması.

90’lı yıllarda hiçbir gazetenin yayımlamadığı, “Türk basınında Afrikalı imgesi ve gizledikleri” konulu bir yazı yazmıştım. (Kadın imgesi üzerine yazdıklarıma daha ağır bir yaptırım uygulandı!) Bu gün geldiğimiz çözümsüzlük noktasının düğümlerinden birinin nasıl atıldığını anlamamıza, basın ve siyaset dilinin başvurduğu Kürt imgeleri yardımcı olabilir. (Kadın cinayetlerini anlamak için kadın imgeleri üzerinde yeniden düşünmemiz gibi...) Söylemlerin, temsillerin bileşimimden oluşan bir ağ, çıplak insan gerçeğinin üzerine atılmadan kimse hınç veya nefret nesnesine dönüştürülemez. Ötekinin öznelliğini, farklılığını silen önyargılardan, yansıtmalardan oluşan bir maskeyle örtülmeseydi insan yüzü, şiddet bu denli yaygın ve sıradan olamazdı.





 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi