Köşe Yazıları

Düşünüyorum niye —II— / 13.1.2012

Parçalanarak ölmek... Belki en acılı ölüm biçimi. Bazen bir yumrukla, sertçe bir yumrukla bile kapanan bilinç, tuhaftır, böyle korkunç acılarda kapanmayı erteler, neredeyse doğaüstü bir güçle tutabildiğince açık tutarmış kendini. Damarlardan boşalan kanın her damlasını, damla damla sönen hayatı, o tek ve biricik hayatın her son saniyesini sahiplenir, bir araya getirir, geri dönüşsüzce koparılmış, yitip gitmiş uzuvlarının ayrımına varmadan, elinde kalana sarılırmış. Bilirsiniz, ölümün kötü kokulu nefesini hissettiğinde, tutkuyla ister insan sağ kalmayı... Nasıl olursa olsun, ne şekilde —tutsak, yaralı, sakat, yanmış— olursa olsun! O ana dek tanımadığı, sanki ebedi bir bağla tutunur hayata, biricik, yitirilmiş, yitirilecek hayata, yaşama isteği ya da arzusundan öte, sanki yükümlülüğünü hisseder, yalnızca kendine, yakınlarına karşı değil, hayatın ta kendisine karşı.

Bilirsiniz, öleceklerini anladıklarında, birbirine sarılır insanlar, kucaklaşır, el ele tutuşur. Dünya dolusu vahşet karşısında, son, insanca bir dokunuş belki, bir sıcaklık bastıran soğukta, canlı olanla son bir temas. Avunma kadar avutma çabası belki, her koşulda koruma, kurtarma, yaşatma çabası. Son bir başkaldırı belki, tükenen ama tamamlanmamış kalan insan yazgısına, yalnızlığına... Bilir misiniz, en zor anlarda bile, belki en çok böyle anlarda, sevmeye devam edebilir insan, dünyayı, ısrarla yok etmeye çalışan dünyayı bile sevebilir. Canlı kalmayı, sağ kalmaya yeğler, kucaklar, avutur, anlatır. ‘Yalnız değilsin’, der yanıbaşındakine, ‘buradayım, hala ve hep seninleyim.’

Geçen hafta, sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı Roboski Köyü raporundan, özellikle sağ kalanların tanıklıklarından alıntılamıştım. Her şey çok açık, çok acımasız, ama bazı cümleleri tekrarlamak gerekiyor.

“Saat 16 gibi, 40,50 kişilik bir grupla, aynı sayıda katırla, mazot ve şeker getirmek için Irak tarafına geçtik... İHA’nın sesini duyduk.”

“Sınıırdaki askerler bizim köylü olduğumuzu,bu işi yaptığımızı biliyorlardı.”

“Burası PKKínin geçiş güzergahı değil, Irak tarafı düzlük, kim gelirse, anında Türk askeri tarafından fark edilir.”

“Geri dönerken askerler yolumuzu kestiler. Bizi sınırda beklettiler. En sonunda bomba yağdırdılar üzerimize...”

“Her tarafı kapatarak geçmemize izin vermediler. Bombalama başlayınca arabalarına binip gittiler.”

“İki ayrı grup halinde bombalandık... İlk grup tamamen yanmıştı...”

“Hiçbir güvenlük gücü ya da ambulans gelmedi. Yaralılar kan kaybından öldü.”

“Karakola haber verdik, kimse gelmedi. Sadece bizim insanımız geldi... Gece 3 gibi yaralı ve ölüleri yolun yarısına kadar getirdik. Yarısı yolda öldü.”

“Ambulanslar gitmeye çalışmış. Olay yerine gidemezsiniz, deyip engellemişler.”

Açık ve acımasız, ama gene de özetlemek gerekiyor. Şırnak’a bağlı bir sınır köyünde, nesillerdir sınır ticaretiyle geçinen Roboski (Ortasu) adlı bir Kürt köyünde, bir Aralık öğleden sonrası, hemen tamamı çocuk, kırk kişi kaçağa giderler, mazot ve şeker almak için katırlarıyla Irak sınırını geçerler. Sınırı geçerken ve sonrasında bir insansız hava aracı —kullanana çok benzeyen ölüm makinesi— tarafından izlenirler. Üç saat sonra dönerken, sınırın sıfır noktasında yolları kesilir. Bekletilirler. Herhangi bir kontrol, kimlik tespiti vs yapılmaz, herhangi bir ihtarda bulunulmaz. Aydınlatma fişeği atılır, etraf gündüz gibi aydınlanır. Top atışı ve bir saatlik F16 bombardımanı... Hemen hepsi yanarak ya da parçalanarak can verir, sınıra yakın ilk grup tamamen yanar. Karakoldan yardım istenir, kimse gelmez. Sağ kurtulanlar,yani kara gömülüp sağ kalanlar ve iki üç saat sonra varan köylüler, yaralıları kurtarmaya çalışsa da çoğu dayanamaz. Ambulansların gelişine izin verilmez, on iki saat boyunca devlet suskunluğunu korur, onaltı saat sonra yapılan ilk genelkurmay açıklamasına değin medya olayı görmez.

Hangisi daha korkunç, bilir misiniz, dondurucu soğukta, ağır yaralı, ana yola vardığın ve tam kurtulacağına inandığın an ölmek, ya da kayalar arasında sıkışmış, artık şansının kalmadığını, o tek ve biricik hayatın sonuna geldiğini anladığın, yanıbaşındakine elini uzattığın an... Hangisi daha acı dolu, yanarak ya da parçalanarak ölmek, hangisi daha acımasız, daha ilk yol ağzında, on üç yaşında öldürülmek ya da artık çocuk sayılmadığın on dokuzda, bambaşka bir başlangıçta... Canlıları öldürmeye cinayet denir. Yalnızca insanları değil, İnsan’ı öldürmeye ne denir, bilir misiniz...


 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi