Köşe Yazıları

Bizim Gazete / 15.4.2012
Evden çıktığımda yağmur yeniden başlamıştı, belli ki şiddetlenecekti. Gene de dönüp şemsiyemi almadım. Şehir merkezine, göl kıyısına inen yol hemen hemen yarım saat. Her gün, tramvay hattı boyunca, yokuş aşağı yarım saat yürüyor, ‘bizim gazeteyi’ bulabildiğim tek büfeye gidiyorum. Gördüğüm manzara aşağı yukarı şöyle: Upuzun ağaçlar, geniş, bakımlı bahçelerin ortasına kurulmuş, her daim boşmuş gibi duran bakımlı binalar, ufku dört yönden saran yumuşak eğimli, yeşile bürünmüş tepeler... Sisin arasından bir belirip bir kaybolan dağların mora çalan, hüzünlü kahve rengi... Islak toprak kokusu. Tepeden tırnağa, neşeyle, neredeyse gürültüyle çiçek açan manolyaların üzerine pazar günü kar yağdı. Güle oynaya içine atladıkları, tutkuyla kovaladıkları hayatın ‘gerçeğini’, ya da yalanlarını, görmüşçesine durgunlaşmış, birbirlerine sokulup büzüşmüşler.

İlk dört yol ağzını geçiyor, her gün durduğum yerde, kendime rastlamayı en çok umduğum yerde duruyorum. Köpek malzemeleri satan bir dükkanın pek alımlı, pek sevimli vitrininin önünde... Burada, koskocaman, konforlu kafeslerinin içinde aylardır alıcı bekleyen üç muhabbet kuşu var. Şehrin uyumlu, ölçülü renklerine inat, biri altın sarısı, diğeri camgöbeği mavisi, üçüncüsü ise Amazon cangılı yeşili... Mavi, meraklı ve şakacı,takla atmaya bayılıyor, altın rengi olan biraz narin, nazlı ve utangaç, cangıl yeşili kuşsa hakikaten halden anlıyor. Burada, camın önünde duruyor, kendi yansımamla göz göze gelmemeye çalışarak, her gün yaptığım gibi, cezaevlerini düşünüyorum.

Şu aksi dükkan sahibi, ters ters bakan, kuşlarla arama engel üstüne engel koyan, perdeler vs. geren adam, cesaretini toplayıp da yanıma gelirse... Yağmurun altında, bir başıma, neden dakikalarca durduğumu sorarsa... Ben de cesaretimi toplayıp ‘cezaevini düşünüyorum’, diyeceğim. ‘Bakın, bir arkadaşım vardı, cezaevindeyken muhabbet kuşları beslermiş... Bana bir başka arkadaşını anlatmıştı. Müebbet hükümlüsü, kanser hastası... Önceki gün gazetede, bizim gazetede okudum: Ölmüş.’ Yağmurun altında dakikalarca neden durduğumu, neden kuşlarla konuştuğumu bir sorsa şu ters bakışlı adam... Ona diyeceğim ki: ‘Bir başka arkadaşım... Cezaevindeydi. Çok şükür tahliye olmuş. Telefonla arıyorum, arıyorum, ulaşamıyorum. Umarım oğlu da tahliye olur yakında...’ Ya da dinleyip dinlemediğine aldırmadan, uzun uzun, saatlerce anlatacağım: ‘Ben yıllar önce ülkeme döndüğümde cezaevlerinde açlık grevleri başlamıştı. Sonra bir kaç yıl sonra, ilk köşe yazarlığı dönemimde de... Çok insan öldü. Yazmaya çalıştım, yani açlığı... Şimdi 59. günde, gazeteler sessiz, ama ölüm sınırında...’ Amazon yeşili kuş hakikaten halden anlıyor, gagasını susamışçasına, kafes tellerinin, boncuklu plastik perdenin arasından bana doğru uzatıyor. Oysa ellerim bomboş, pekala biliyor.

Dükkan sahibi hiçbir şey sormuyor, sırtını dönüp gidiyor. Yağmur şiddetleniyor, gözlerimin tam içine yağıyor. Karardıkça kararan camın, köpek maketleriyle dolu bir vitrinin önünde duruyor, sanki ta çocukluğuma dek ıslanıyorum. Belki orada, çocukluk ormanında... Ağır, kopkoyu, yoğun bir damla: Bir türlü anlatılamayan... (Ben çocukken kuşlardan korkardım. Yıllar önce kaybettiğim biri onlarla konuşmayı öğretti. Cezaevlerine gide gele daha da öğrendim. Sanırım artık kuşlar dinliyor beni.) Bir zamanlar içinden sağ çıktığım ormanların yeşiline bürünmüş bir kuş, gözlerini bana dikmiş, avutmak istercesine gagasını uzatıyor, susuyor...

Yoluma devam ediyorum. Şehir, kalabalıklar,göl kıyısı... Büfeye varıyorum, bizim gazete kalmamış.

***

Kısa, gerçek bir hikaye: “Sizin gazeteyi senin yazdığın günler alıyorum”, diyor telefondaki ses. “Sadece caddedeki bayide bulabiliyorum. Tezgah altından çıkarırcasına arkalardan bir yerden bulup çıkarıyor... Geçen hafta, o gazeteyi, ben de cüzdanımı ararken, Güneydoğulu bir genç yanıma yaklaştı. İş arıyormuş, inşaat işi... Bir de baktım, cüzdanımı evde unutmuşum. Utana sıkıla, gazetenin fiyatını sordum, cebimde bir kaç kuruş vardı. Genç çocuk, bir bana, bir gazeteye baktı. ‘Abla’, dedi, ‘son param bu, sen oku gazeteni’... Bana 25 kuruş uzattı. Çok utandım, üzerimde banka kartım da vardı, ama işte... Yani ona yardımcı olamadım. Belki kabul etmezdi. Ama teklif dahi etmedim, çok yorgundum, utanmıştım... Bazen insanın basireti bağlanıyor, anlarsın...”

“Anlıyorum”, diyorum kısaca, “bunu yazabilir miyim?”






 

Haberler Biyografi Kitaplar Fotoğraflar Röportajlar Köşe Yazıları   İletişim Ana Sayfa
Design by medyanomi