İlk mektup / 22.5.2010 |
‘Ne desem yalan gibiydi. Selviler Arnavutköyü’ne doğru mırıldanıp dururdu. Bir taka İstanbul’a gider; bir yelkenli böcek yüklü bize doğru gelirdi. Tepelerden, ‘Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?’ diyen bir masal cezası havası eserdi.
Rıhtımın kırık taşına oturmuştuk. Bulutlar yıldızlara bir şeyler götürürdü. Beklerdik. Masalımıza aydan çocu
Devamı
|
Taş bina (2) / 17.5.2010 |
Farz edin ki, tabelasız kahvenin karşısında, müdavimlerinin dışında pek az kişinin kabul edildiği, işbilir görevlilerin sabaha dek kapıda durup sarhoşları, olay çıkaranları taksiye bindirdiği bir bar var. Bu barın gediklileri içinse, karşıdaki hayatlar, günün birinde anlatmak istedikleri birer öyküdür. İnsan üzerine bir öykü kurgulamaya giriştikler
Devamı
|
Taş bina / 15.5.2010 |
10 küsur yıl önce, aynı bu akşamki ruh halimle eve döndüm. Yazı gecemdi, yorgundum, yüreğim kıyım kıyım, sanki kendi katilini arıyordu. İvedilikle ele alınması gereken pek çok konu, olay, mesele karşısında bütünüyle güçten kesilmiş, suçluluk, yetersizlik duygularıyla, bomboş kâğıtlara bakıyordum.
Birdenbire bir ses, bana ait olm
Devamı
|
Başkalarının hayatı / 10.5.2010 |
Kent ve ben, bir çatı katı penceresinin ardından birbirimize bakıyoruz, belli belirsiz, gelip geçici bir şey gördüğümüz. Boydan boya lekeli camda, iç içe akmış, sınırları dağılmış, düğüm olmuş imgeler. Donuk, kımıldanan, yarı—düşsel. Alelacele çizilmiş, son biçimine kavuşamadan yarıda kesilmiş taslaklar gibi. Ancak sonsuz bir
Devamı
|
|